30 Nis 2014


Manevi duygularımızın coştuğu, ibadet etme şevkimizin arttığı, kulluk bilincimizin hassaslaştığı,
Allah-ü Teâlâ’nın (c.c.) lütuf ve ikramının bollaştığı, ecir ve mükâfatının kat, kat arttığı mübarek üç aylara
girmenin sevinç ve mutluluğu hepimizi sarmış bulunuyor. Ne mutlu biz Muhammed (s.a.v.) ümmetine ki,  Allahü Teâlâ, diğer ümmetlerden farklı olarak bizlere manevi atmosferi yüksek, az ibadetle çok derece elde edebileceğimiz bazı özel aylar, günler ve geceler vermiştir.
Bu özel aylarda, günlerde ve gecelerde yapılan ibadetlerden elde edilen ecir ve sevaplar, diğer ümmetlerin uzun yıllar boyu geceli gündüzlü yaptıkları ibadetlerden elde ettikleri ecir ve sevaplara eşdeğerdir ve hatta onlardan daha üstün derecelere haizdir. Mademki bu kadar değerli bir zaman dilimi içerisine girmiş bulunuyoruz, o halde bu özel zamanları çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu mübarek ayları, günleri ve geceleri tembellik edip gafletle geçirmek, bir mü’min için zarar ve ziyandan başka bir şey değildir. Bu şu duruma benzer ki; bir tüccar ürününü pazarlarken, o ürün hangi ayda, hangi mevsimde, hangi özel günde daha iyi bir bedele satılacak onu iyi biliyor ama tembellik edip o ürünün satış mevsimini kaçırıyor. Hal böyle olunca da, zarar ve ziyana uğraması kaçınılmaz oluyor. Sevgili kardeşlerim! Biz bu tembel tüccar gibi davranmayalım ve bu özel zamanları gafletle geçirmeyelim. Regâib, Miraç, Berat ve Kadir gecelerinin de içinde bulunduğu bu mübarek üç aylar çok değerli aylardır. Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde; "Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır" buyurmuşlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu aylara kavuştuğunda, yani Recep ayı geldiğinde çok sevinir ve bu aylara kavuşturduğu için Allahü Teâlâ’ya (c.c.) şöyle dua ederlerdi. 
"Allahumme bârik lenâ fi Recebe ve Şa'ban ve belliğnâ Ramazan"
"Allah'ım! Recep ve Şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır". Âmin!
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu duayı çokça yaptığı gibi ümmetinin de yapmasını istemişlerdir. Üç ayların ilki olan Recep ayı girdiğinde bu duayı sıkça yapmaya gayret edelim. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz diğer aylardan daha çok Recep ayına, Recep’ten daha çok Şaban ayına, ondan daha çok da Ramazan ayına önem verir, bu aylara daha fazla özen gösterir, bu aylarda daha çok ibadet eder ve âhiret havasına girerlerdi.
Bu ayların ilki olan Recep ekme ayı, Şaban sulama ayı, Ramazan ise hasat ayıdır. O halde tembellik etmeyip, Recep ayında bol, bol ekim yapmalıyız, ekimini yaptığımız bu ürünü Şaban ayında bol, bol sulamalıyız ve bakımını yapmalıyız ki, Ramazan ayında hasadımız bol ve bereketli olsun. Üç aylar geldiğinde diğer aylardan farklı olarak yapılacak şeylerden bir kaçını sıralamaya çalışalım. Bu aylar dua ve tövbelerimizin kabul edilme ümidini daha fazla hissettiğimiz aylardır. O yüzden bol, bol dua ve tövbe ve istiğfar etmeliyiz.
Bol, bol Kur'an-ı Kerim okumalıyız, okuyanları dinlenmeliyiz, hatim okumaya başlamalıyız. uygun mekânlarda verilen Kur'an ziyafetlerine katılmalıyız. Peygamber Efendimize (s.a.v.) salât ve selâmlar getirmeliyiz, O'nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuurunu tazelemeliyiz. İbadetlerimizde daha samimi ve ihlaslı davranmalıyız. Kaza namazlarımız varsa ne kadar kaza namazımızın olduğunu hesap ederek, bir proğram dahilinde (mesela namazlarımızın arkasından o vaktin kazasını kılmak gibi) kaza namazları kılmalıyız. Nafile namazlar kılmaya, nafile oruçlar tutmaya gayret göstermeliyiz. Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir" gibi konular başta olmak üzere derin muhasebeler yapmalıyız. 
Küs ve dargın olduğumuz kimseler varsa, onlarla barışmalıyız, onların gönüllerini almalıyız.
Üzerimizde hakkı olanları arayıp onlardan helallik istemeliyiz. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanları ziyaret edip, sevgi, şefkat ve hürmet göstermeliyiz, onları sadakalarla ve hediyelerle sevindirmeliyiz. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirlerini ziyaret etmeliyiz.
Hayattaki manevî büyüklerimizin, hocalarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın üç aylarını, kandilleri bizzat giderek veya telefon ederek tebrik etmeliyiz, onların dualarını almalıyız.
Başta bütün insanlık olmak üzere kendimize ve sevdiklerimize (mümkünse ismen) dualar etmeliyiz.
Resulüllah (s.a.v.)’ın buyurduğu gibi sadaka belayı def eder ve Allah için akıtılan gözyaşları da cehennemin mahşerdeki ateşini söndürür. O halde dünyanın dört bir yanında sıkıntı çeken açlıkla imtihan olan Müslüman kardeşlerimize maddi destek sağlamalıyız. Onların bu sıkıntılardan biran önce kurtulması için gözyaşlarımızla dualar etmeliyiz. Yine aynı şekilde Ümmeti Muhammed’in kurtuluşu için mücadele eden Müslüman kardeşlerimize de maddi destekler sağlayarak yardımda bulunmalıyız. Onların zafere ulaşmaları için dualar etmeliyiz ve elimizden ne gelirse yapmalıyız. Ülkemizin de böyle sıkıntılar yaşamaması için Allahü Teâlâ’ya (c.c.) dua ve niyazda bulunmalıyız. Yazımızı Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in duasıyla bitirelim. "Allah'ım! Recep ve Şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır". Âmin!                    Muammer Yeşiltepe   30 / 04 / 2014

25 Nis 2014

Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir. Düğün günü çok koyun ve inek kesilir. Et kokuları mahalleyi sarar. Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın, dört yetimiyle yaşamaktadır. Hepsi de günlerdir açtırlar. Kadıncağız, düğün evinin kapısını çalıp, ‘ateş’ ister. Ancak maksadı başkadır. “Belki yemek verirler” diye gitmiştir.
Adam, kadının niyetini anlasa da, bir şey vermez. Kadıncağız, bir daha gidip ‘ateş’ ister. Yine eli boş döner. Üçüncüde yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve dinler. Yetimcik, annesine yalvarıyor:
 — Anneciğim, ne olur bir daha git. Belki bu sefer bir şey verirler. 
Kadın ağlamaklıdır:
- Üç defa gittim yavrum! Artık utanıyorum.
Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. güzel bir ‘Sofra’ hazırlatıp, gönderir evlerine. Ve dehlize inip, dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:
- Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona
ikram et! Onu imanla şereflendir! Ardından;
- Âmiiiin! sesleri yükselir.
O anda, kalbi döner ateşperest'in. Ve Şehâdet getirip imanla şereflenir. 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in hadis-i şeriflerinde işaret buyurduğu üzere demek ki, Sadaka, belâyı önlüyor.  Dua, kaderi değiştiriyor!
Allah cümlemize, tasaddukta bulunma şuuru ihsan eylesin ve duası kabul olan kullar hürmetine dualarımızı kabul eylesin. Amin...

24 Nis 2014

Davud (a.s) şöyle dua ederdi: -Ey Rabbim! Senin sevgini bana canımdan, kulağımdan, gözümden, ailemden ve buz gibi sudan daha sevimli kıl.”[1] Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Allah ve Rasulünü her şeyden çok seven kimse imanın tadını almıştır." [2] Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Kıyamet için hazırlanacak azık; Allah ve Rasulünün sevgisidir. Bu sevgi sayesinde sevdiklerinle beraber olursun." [3]
1-Çocuk, Allah Sevgisini Anne-babasından Öğrenir: 
Bir bebek, Allah'ın rahmetinin en büyük eseri olarak anne rahmine düşer. İşte o günden sonra, doğumuna ve ölümüne kadar anne-babaya hediyedir çocuk.. Günü geldiğinde alınacak emanettir. Bedeni miniciktir, aklı ve kalbi tertemizdir. Daha annesinin karnında iken, annesinin sevdiklerini sevmeye başlar. Onun için bir bakıma kalbinin sevgili listesini de anne-baba yazar.. Bir bebeğin sevgi serüveni, anne-babasının kendi varlığından haberdar olduğu gün başlar. Eğer anne, bebeğinin varlığını bir müjde olarak kabul ederse, bazı özel hormonlar kanına karışarak onu anneliğe hazırlar. Bu dönemden sonra ise Allah'ın pek çok rahmeti anne üzerinde tecelli etmeye başlar. Bebeğini canından bile çok sevmesi, onun için her türlü fedakarlığı yapması, şefkati, merhameti, koruyuculuğu, yumuşaklığı, hoşgörüsü, sabrı, sorumluluğu bu rahmetin birer eseridir. Annenin bunları hissetmesi, bebeğin de bunları hissetmesi anlamına gelir. Annesinin duaları, hamd etmesi, şükretmesi, umutları bebeğin kalbine yer eder. Daha doğmamışken bile kalbi, Allah'a sevgi ve şükranla doludur minicik yavrunun.. Bundan sonra önemli olan, o sevgiyi devam ettirebilmektir. Bebeğin ilk sevgi eğitiminde babanın rolü de az değildir. Eşinin hamilelik haberini bir müjde olarak karşılaması, zor döneminde ona anlayış göstermesi, çocuklarının eğitimi, geleceği konusunda sohbet etmesi, anneye destek vermesi, yüreklendirmesi, maddi ve manevi anlamda gereken yardımları üstlenmesi, eşinin karnına elini koyarak bebekle konuşması, kendisini babalık şefkatine ve sorumluluğuna hazırlaması, bebeğin Allah'a olan sevgisinin gelişmesinde çok önemlidir. Anne, babayla bebek arasındaki iletişim kablosu görevi yapar. Eşinden aldığı sevgiyi, desteği ve ilgiyi eksiksiz bir şekilde bebeğine yansıtır. Bunun aksi olarak hamilelik haberini kabus gibi karşılayan anne-baba bebeğe olumlu bir sevgi yansıtamazlar. İstenmeyen çocukların anne-babalarıyla olan ilişkileri de, Allah'la olan ilişkileri de sağlıksız olmaktadır. 
2-Sevgi Merkezli Bir Allah İnancı:  
Anne-babanın çocuklarına Allah hakkında yaptıkları ilk tanım; "Allah çocukları çok sever" olmalıdır. Allah'ın kullarına olan merhameti, şefkati, acıması, verdiği nimetler çocuğa anlatılmalıdır. Anne-babanın Allah'a olan sevgilerini çocuklarına sık sık göstermeleri, çocuğun da Allah'a olan sevgisinin devamını sağlayacaktır. Bir anne-babanın: -Allah bizi ne kadar da çok seviyormuş! Senin gibi güzel bir çocuğu bize vermiş. -Canım Allah'ım! Biz seni çok seviyoruz. Sen de bizi çok sev. Sevgili Allah'ım! Sana çok teşekkür ederiz vb. ifadeler kullanması, çocukta "Allah sevilir" inancını oturtur. Cenneti, cennette güzel kullar için hazırlanan nimetleri anlayabileceği bir dilde çocuğa anlatmak, çocukta cennet sevgisiyle beraber Allah sevgisini de geliştirecektir.
3-Korku Merkezli Bir Allah İnancı:
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "..Ergenlik çağına erişinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır."[4]
Bu, çocukların değil de anne-babaların kesinlikle bilmesi gereken bir hadistir. Anne-babalar bu hadisi bildikleri ve uyguladıkları zaman, bir hata karşısında çocuklarına yetişkin muamelesi yapmaktan kaçınacaklardır. Çocuklar bu hadisi bildiğinde ise; "Bana zaten 15 yaşıma kadar günah yazılmayacak" deyip kötü davranışları hafife alır, özür dileme ve tevbe etme özelliklerini kazanamayabilirler. Çok sık rastladığımız hatalardandır; çocukları Allah'la, azapla ve cehennemle korkutmak. -Yaramazlık yaparsan Allah seni taş eder! -Bizi üzersen Allah seni cehenneme atar! -Sözümü dinlemezsen, Allah seni hiç sevmez! Çocuklarımızı Allah'la ve cehennemle korkutmak, onlara yapabileceğimiz kötülüklerin en büyüğüdür. Bunun sonucunda, çocuklar Allah'tan nefret edeceklerdir. Allah'la ve cehennemle korkutulan çocuklarla konuşulduğunda; "Ben Allah'ı sevmiyorum, çünkü Allah'ın cehennemi varmış. Allah yaramazlık yapan çocukları taş yapıyormuş" gibi cevaplarla sıkça karşılaşılabilir. Çocuk için yaramazlık kaçınılmaz olduğuna göre, o zaman hiçbir çocuğun bu konuda şansı yok demektir. Çocuklarımıza küçük yaşlarında cehennemi, cehennemdeki azap çeşitlerini anlatmak da ruhsal gelişimleri açısından tehlikelidir. Tabii ki kıssa içinde veya konuşulurken cehennem bahsi geçecektir. Çocuk sorduğu takdirde anlayacağı bir dil seçerek; "Dünyada iken çok kötülük yapan insanları Allah'ın cezalandırdığı yer" demeliyiz. Cehennem üzerine olan bahsi de fazla uzatmamalıyız. Çocuk anne-babasına:
-Yaramazlık yaptığım zaman Allah beni sevmez mi? Cehenneme mi atar? diye sorduğunda anne-baba şöyle cevap vermelidir: -Hayır, Allah çocukları hep çok sever. Onları hiçbir zaman cehenneme atmaz. Cennette çocuklar Hz. İbrahim dedelerinin yanında oyun oynayacaklar. Pek çok arkadaşları olacak. Anneleri, babaları da yanlarında olacak. Ama bir hata yaptığımız zaman, özür dileriz. "Özür dilerim Allah'ım, beni affet" dediğimiz zaman Allah bizi affeder. Allah bile bile hata işlemeye devam eden büyüklere ceza verir. Böylece çocuktaki sevgi dolu bir Allah inancı yıkılmamış olacaktır.
Gerçek Bir Hikaye
"Çocuklarına söz geçiremeyen aciz bir anne tanımıştım. Bu kadın zorda kalınca çocuklarını üç şeyle korkuturdu: Baba, öcü ve Allah. Çocuklar oyun oynarken gürültü yapıp söz dinlemedikleri zaman hemen birinci silahını kullanırdı: "Akşam babanız gelsin siz görürsünüz. Temiz bir dayak yiyin de aklınız başınıza gelsin!" Küçük çocuk yatağa girmekte zorluk mu çıkarıyor? Hemen ikinci silahı devreye girerdi: "Çabuk gir yatağına! Yoksa öcüler gelip yer seni!" Annelerine itiraz mı ettiler, kazara ağızlarından kötü bir söz mü çıktı? Üçüncü silahı hazırdı: "Allah annelerine karşı gelen ve kötü söz söyleyen çocukları cehenneminde yakar!" Sonunda ne oldu, biliyor musunuz? Çocuklar Allah'tan, babadan ve öcüden aynı derecede korkar ve nefret eder oldular."  (Çocuğu Kötü Eğitmenin Yolları/Salzmann)
4-Çocukların Boylarından Büyük Soruları:
Çocuklar yedi yaşından önce "Allah'ın hiçbir şeye benzemediği, bizim gibi yiyip içmediği, (ilmiyle) her yerde olduğu" gibi anlatılanları tam olarak kavrayamazlar. Allah'ı insana veya gördükleri başka büyük bir şeye benzetmekten kendilerini alamazlar. Bununla ilgili anne-babalarına ve büyüklerine pek çok sorular sorarlar:
Çocuk:
-Anne, Allah ne kadar büyük?
Anne:
-Bildiğimiz her şeyden ve herkesten daha büyük.
Çocuk:
-Allah babamdan büyük mü?
Anne:
-Elbette. Çünkü babanı ve babandan daha büyük adamları yaratan Allah'tır.
Çocuk:
-Anne, Allah elini kaldırsa bulutları tutabilir mi? Ayağa kalkınca saçları güneşe değebilir mi? Yoksa dağlar kadar mı büyüklüğü?
-Bak yavrum, Allah'ın büyüklüğünü bulutlara veya dağlara benzeterek anlayamayız. Büyük demek, büyük işler yapan demektir. Hadi seninle Allah'ın yarattıklarına bakalım, böylece ne kadar büyük olduğunu anlayalım. Bizler bir bebek yaratabilir miyiz? Minicik ellerini, ayaklarını, gözlerini, kulaklarını yapabilir miyiz?
Çocuk:
-Hayır.
Anne:
-Peki, bizler hayvanları yaratabilir miyiz? Kuşları, kedileri, filleri, aslanları, böcekleri? Veya küçücük bir sinek yaratabilir miyiz?
Çocuk:
-Hayır.
Anne:
-Biz bunları yapamayız. Yapan birisini tanıyor muyuz?
Çocuk:
-Hayır.
Anne:
-Öyleyse Allah her şeyden daha büyük, daha güçlü ve daha becerikli, değil mi?
Çocuk:
-Evet ama biz Allah'ı neden göremiyoruz?
Anne:
-Sence biz her şeyi görebilir miyiz?
Çocuk:
-Sana bakıyorum ve seni görüyorum.
Anne:
-Peki, oturma odasında şimdi kim var, görebiliyor musun?
Çocuk:
-Hayır.
Anne:
-Senin çok güzel bir aklın ve zekan var değil mi? Bunları görebiliyor musun?
Çocuk:
-Hayır.
Anne:
-Göremediğimiz için senin aklın yok mu demek?
Çocuk:
-Hayır:
Anne:
-Peki biz senin aklının olduğunu nasıl anlarız?
Çocuk:
-Aklım çalıştıkça.
Anne:
-Aferin sana! Biz senin aklının ne kadar güzel olduğunu sorduğun sorulardan, yaptığın güzel davranışlardan anlarız. Allah'ın ne kadar büyük olduğunu da, yarattığı şeylerden, verdiği güzel nimetlerden anlarız. Çocuklarımızın Allah hakkında sordukları soruları bu örneğe benzer şekillerde cevaplandırabiliriz. Bu arada günümüzde yaygın olan anlatım hatalarından da uzak durmalıyız:
-Allah gökyüzünde yaşar. Allah'ın evi bulutların üstündedir. (Ayı göstererek): -İşte Allah dede, Allah baba (haşa), bize oradan bakıyor. 
5-Tabiatla Barışık Yaşayan Bir Çocuğun Allah'a İnancı Daha Sağlam Olur:
Apartman dairelerinde sıkışıp kalmış çocukların Allah'ın gücünü ve varlığını anlayıp kavramaları daha zordur. Çünkü en çok gördükleri şey; kocaman binalar diken adamlar, işlerine koşuşturan insanlar, alınanlar, satılanlardır. Çocuğun toprakla beraber olması, böcekleri, kuşları, bitkileri, ağaçları yakından görmesi, onlara dokunması sağlam bir Allah inancının oluşmasında yardımcı olur. Anne-baba çocuğuna tabiatı ne kadar tanıtır, ne kadar sevdirir ve bunları yaratanın Allah olduğunu anlatırsa çocukta ki inanç o derece güzelleşir. Bahçeli evde oturuluyorsa çocuğun bahçeye bir şeyler dikmesini, onları sulamasını sağlamak, bitkilerin büyüyüşünü çocuğa takip ettirerek Allah'ın gücünü anlatmak güzel bir etkinliktir. Apartmanda oturanlar ise bu etkinliği küçük bir saksı veya kutuda yapabilirler. Çiçeklerden veya yapraklardan koleksiyon yapmak da çocuklar için faydalıdır. Farklı farklı çiçekler veya yapraklar kurutularak bir dosyanın içine konur ya da bir deftere yapıştırılır. Çocuğa Allah'ın sanatının inceliği, yarattıklarının özel renkleri, desenleri anlatılır. 
6-Çocuğa Tevhid İnancının Yerleştirilmesi:
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İman altmış veya yetmiş küsur şubedir. En üstünü; “La ilahe illallah (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur)” sözü, en düşüğü ise; yoldan eziyet verici bir şeyi kaldırmaktır. Haya (utanma duygusu) da imandan bir şubedir.”[1] Tevhid; bütün peygamberlerin ortak ve değişmez çağrısıdır. Yaratan, yaşatan ve rızıklandıran bir Allah’a bütün dünya müşrikleri iman ederler. Sorsan ki onlara; yaratan kim? Rızık veren kim? Gökleri ve yeri yaratan kim? Allah derler, sadece Allah..
Peki kimdir hüküm koymaya yetkili? Hayata, aileye, eğitime, ticarete, siyasete müdahale eden, yön veren? Başkaları, Allah’tan başkaları. “Lokman (a.s) oğluna öğüt vererek; “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü şirk; çok büyük bir zulümdür” demişti.” (Lokman 13) Yeni konuşmaya başlayan çocuklara; “Allah kaç, söyle bakayım?” diye sorular sorulduğunu duyarız hep. Böyle bir soru yanlıştır, batıldır. “Kaç” sorusu, alternatifi olan şeyler için sorulur. Allah’ın ise alternatifi yoktur. Allah’ın birliği küçücük bir soruya bile konu edilemez. Anne-baba çocuğuna ilk olarak; “Allah birdir!” sözlerini öğretmeli ve özüne işlemelidir. Allah her konuda birdir, tektir, ortağı, eşi ve benzeri yoktur. Yaratmada, rızık vermede, yaşatmada Allah birdir. Ortağı yok. Hayatımızın programını çizmede Allah birdir. Ortağı yok. Hüküm ve yasa koymada Allah birdir. Ortağı yok. Terbiye ve eğitim vermede Allah birdir.. Ortağı yok. Giyim-kuşam ve yaşam tarzını belirlemede Allah birdir.  Ortağı yok. Sosyal, ekonomik, siyasal ve askeri alanlarda Allah birdir.. Ortağı yok. Öldürmede, yeniden diriltmede ve hesaba çekmede Allah birdir.. Ortağı yoktur..
Kendimiz bu inanç üzerine yaşamalı, çocuklarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Allah’ı birlemedikçe, O’nun sevgisi içimize yerleşmeyecektir. Allah’ı birlemedikçe, güzel ahlakın, güzel ibadetin faydası olmayacaktır. Dikkat ettiğimizde bugün müslüman aileler, gri renkli çocuklar yetiştirmekteler.. İslam nurdur, aydınlıktır, beyazdır.. Küfür ise zulumattır, karanlıktır, siyahtır.. Bugünkü yetişen nesil; ne beyaz ne de siyah.. İkisinin ortasında gri renk.. Biraz güzel ahlak, namaz, ibadet.. Diğer tarafta küfür, şirk, batıl ve yanlışlar. Gözlemlediğimiz zaman çocuklar, ikiyüzlü, münafık bir neslin sinyallerini vermekteler. Bunun nedeni; bizim gri renkli hayatımız değil de nedir? Allah’ı hakkıyla birlemediğimiz, hayatımızın her alanına O’nu dahil etmediğimiz takdirde, ne kendimizdeki ne de çocuklarımızdaki nifakın önüne geçebiliriz.
7-Ek Bölüm:
a-Allah beni yarattı:
Çocuğun yaratılışı hakkında söylenen "Seni bize leylekler getirdi. Biz seni hastaneden aldık. Seni yolda bulduk" gibi asılsız şeyler, çocuğun aklının karışmasına, Allah inancının netlik bulamamasına yol açar. Anne-babalar şunu bilmelidirler ki, sordukları sorulara karşılık çocuklar çok geniş ve ayrıntılı açıklamalar istemezler. Onlara anlayabilecekleri kısa ve öz bir açıklama yapmak yeterlidir. "Ben nereden geldim? Nasıl doğdum?" diye soran bir çocuğa; "Annenle ben Allah'a dua ettik ve bir çocuk istedik. Sonra Allah seni annenin karnında yarattı. Orada büyümeye başladın. Ayaklarınla bazen annenin karnını tekmeliyordun. Süt emecek kadar büyüyünce, annenin karnına ağrılar girmeye başladı. Anladık ki, sen artık aramıza gelmek istiyordun. Hastaneye gittik, doktor teyzeler de yardım ettiler, böylece biz de seni kucağımıza alabildik" gibi hikâyemsi bir anlatım çocukları tatmin edecektir. Sorular devam edebilir, yine uygun cevaplar verilerek, yaratıcının Allah olduğu vurgulanmalıdır.
b-Allah beni görür:
Lokman (a.s)’ın oğluna ettiği şu tavsiye çok önemlidir:
“Yavrucuğum! Yaptığın amel (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar küçük bile olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde bulunsa yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah en ince işleri bile görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokman 16)
Kimi anne-babalar çocuklarına; "Kardeşine vurduğunda Allah seni görür. Yaramazlık yapınca sana bakar" diyorlar. Çocuklarımıza Allah'ın her halimizde bizi gördüğünü anlatmalıyız. "Allah bizi her zaman görür. Güzel davranışlarımıza sevinerek bakar. Bizim için cennette çok güzel hediyeler hazırlar. Kötü bir şey yaptığımızda yine bizi görür. Bu defa çok üzülür. Ondan özür dileyelim diye bekler, özür dileyince sevinerek bizi affeder. En iyisi, biz hep güzel şeyler yaparak Allah'ı sevindirelim." Böylece çocuğumuz ilerleyen yaşlarında kendisini gözetleyen bir Rabbinin olduğunu unutmayacaktır.
c-Allah beni duyar:
Burada da sadece kötü sözleri duyan bir Allah değil, güzel sözleri de duyan bir Allah'ı anlatmalıyız. Çocuklar; "Sessizce konuşsam da Allah beni duyar mı?" diye sorarlar. Biz de onlara küçük bir örnekle açıklama yapabiliriz: "Geçen sen hasta olduğunda uyuyordun. Seni uyandırmamak için sessizce Allah'a dua ettim ve seni iyileştirmesini istedim. Allah benim sessiz duamı duydu ve seni iyileştirdi."
Onlara; "Hiç sesimiz çıkmadan içimizden konuşsak bile Allah bizi duyar. Mesela sen içinden; "Allah'ım seni çok seviyorum" dediğin zaman Allah hemen bu söylediğini duyar. O da sana; "Ben de seni çok seviyorum" der. Sen de bunu kulaklarınla değil, kalbinle hissederek anlayabilirsin." "Allah'ım beni görür.
Allah'ım beni duyar. Allah'ım beni bilir. Allah'ım beni sever. Ben de Allah'ımı çok severim.
Allah'ım beni cennetine koy" şeklinde bir duanın yatmadan önce konuşmaya başlayan çocuklara öğretilmesi, tekrar ettirilmesi çocuğun bilinçaltına bu inancın yerleşmesine yardımcı olacaktır.
           "Eyvah Çocuğumu Şeytan mı Eğitiyor?" isimli eğitim kitabından alıntılanmıştır
                                                   Bizlerle bu yazıyı paylaştığı için Aciz Kul Kardeşimize çok teşekkür ederiz.
Bağdat’ta dul bir kadın vardı. Altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar anası ile yaşardı. Kadın geçimini sağlamak için, hafta boyu el emeği ve göz nuru ile iplik eğirir, onları pazara çıkarır satar, anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı. Ömür vaki oldu ve bu dul kadın vefat etti. Çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kaldı. Kadın pazara her hafta çıkamıyordu ama ip eğiriyor ve eğirdiği ipleri biriktiriyordu.
Bir zaman geldi baktı ki, altı yüz dirhem kadar ip eğirmiş. Eğirdiği bu ipleri pazara götürmeye karar verdi.
Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Pazarın yolu da Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Kadın Abdülkadir Geylani Hazretlerini görünce durakladı. Şeyh müritleri ile sabah namazından çıkmıştı ki, O da yaşlı kadını gördü ve duraklayarak, hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun? dedi Kadın, bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım dedi. Abdül Kadir Geylani Hazretleri kadına, ver bakalım, benden altı yüz dirhem ip isteniyor, bu ipleri senin adına ben satayım dedi. Kadın, memnuniyetle, lütuf  buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipleri verdi. Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gitti. Kadın bu ne biçim şakadır diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemesi için işaret ettiler. Kadın da daha fazla bir şey söylemedi. Hazreti Şeyh kadına dönerek, hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar para etti ise alırsın dedi. Kadın, pekala diyerek gitti ve ertesi gün tekrar geldi iplik satıldı mı? diye sordu. Abdülkadir Geylani Hazretleri, iplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta kadar bir zaman içinde gelir dedi. Kadın bir hafta sonra tekrar geldi. Para henüz gelmemişti. Abdülkadir Geylani Hazretleri kadına, yarın gel, paranı al dedi. Kadın kendi kendine ,pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu diyerek hayıflana, hayıflana, söylene, söylene evinin yolunu tuttu. Bu durumu gören müritler, kadına bir gün daha sabret bakalım, Mevla görelim ne gösterecek, diye kadını sakinleştirmeye çalışırken, bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler. Ertesi gün, Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar bu semtlerde görülmeyen bir heyet geldi. Hz. Şeyh’e bin altın takdim ettiler. Müritler heyete, bu kadar parayı niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek,  Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda, var fakat altı yüz dirhem iplik lazım, iplik olsaydı geminin yelkenini onarır ve yolumuza devam ederdik ama şu anda nereden bulacağız dedi. Biz de açtık ellerimizi Allaha dua ettik. Duamızda, Ya Rabbi, bize  Sultanül Arifinin hatırına, altı yüz dirhem kadar iplik gönder, bu sıkıntıdan kurtulalım. Bu sıkıntıdan kurtulursak, hayır yolda harcaması için Sultanül Arifin’e bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altı yüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler. Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip para geldi mi efendim diye sordu? Şeyh de evet geldi dedi ve bin altını kadına verip, benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu? Dedi. Kadın bir anda zengin olmuştu. Şeyhin kendisine şaka yaptığı zannında bulunup hayıflandığı için çok pişman olmuştu. Çok büyük bir memnuniyet içinde Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı. Muhterem kardeşlerim, yeryüzünde Allahü Te’ala’nın hatırlı kulları mutlaka vardır. Kıyamete kadar da olacaktır. Allah c.c. O hatırlı kulların meclisinde bulunmayı cümlemize nasip etsin ve O hatırlı kullar hürmetine bizlere de lütufta bulunsun inşallah.     Amin…
 İnsanlığa iman ve ibadet hususunda dosdoğru yolu öğreten Hz. Peygamber Efendimiz (sav), ahlak hususunda da en güzel örneğimiz olmuştur. Onun ahlakını Allah-u Zülcelal “Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab,21) ayeti kerimesi ile övdü ve örnek gösterdi. Sadece müminlerin değil, mümin olmayanların da hayran kaldığı üstün bir ahlaka sahipti.
Bu güvenden ötürü O’na “el-Emin” unvanını vermişlerdi.
     Hz. Peygamber Efendimizin ahlakı Kuran’dı. İnsanlığın hidayet kaynağı olan Kuran-ı Kerim’i getiren ve içindeki emir ve yasakların tatbikatını bize gösteren iyi bir örnek ve terbiyeci idi. Her konuda ifrat ve tefritten kaçınırdı. Her şeyi ölçülüydü, ahenkliydi ve güzeldi. O’nun ahlakının bir yönü de kararlılık ve devamlılık, yani sebat idi. “Muhakkak ki sen, azim (yüce, yüksek) bir ahlak üzeresin” (Kalem 4) ayeti kerimesi ile bu yönü övülmüştü. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) in ahlakının temelinde takva vardı. O’nun ahlakını kemale erdiren bir hususiyet de ihlas yani amelin sırf Allah rızası için olması, kulluğunda ondan başka maksat gözetmemesi, riyadan, gösterişten, menfaat ve şöhretten uzak olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Zülcelal Hz. Peygamber Efendimiz (sav) i doğru sözlü olarak sena etmiştir. Hiç yalan konuşmamış, en ufak bir hileye başvurmamış, hayatı boyunca hep doğru sözlü olmuş ve ümmetine de daima doğruluğu tavsiye etmiştir. Cömertlik konusunda eşsiz bir ahlaka sahipti. Kendisinden bir şey istendiğinde “hayır” dediği görülmemiştir. Verdikçe sevinir, sevindikçe verir, verirken sevindirir ve kalpleri ısındırırdı. Gençlik çağından itibaren çalışmış ve hiçbir zaman tembellik etmemiş, daima çalışmayı teşvik etmiştir. Dilenciliği hoş görmez, çalışabileceği halde istemeyi mümine yakıştırmazdı. Herkesin hayran kaldığı, hiçbir insanın tahammül edemeyeceği zorluklara sabreden asil ve şerefli bir insandı. Onu hem manen, hem de madden inciten hakaretlere sabreder, müminlere de sabrı tavsiye ederdi. Kendisine iman edenlerin emniyetini en iyi şekilde sağlayan, şecaatli ve tedbirli bir devlet adamıydı. O’nun şecaatinin kaynağı, Allah-u Zülcelal’e olan tevekkül ve teslimiyetti. Bu özelliği müminlere de örnek oluyor, onları cesaretlendiriyordu. Adalet ve müsavat hususunda kendisini diğerlerinden ayrı tutmaz, diğer Müslümanlar gibi develere nöbetleşe biner ve işlerden payına düşeni yapardı. Eli altındaki hizmetçilere, hatta savaş esirlerine bile adaletle davranır, kendi yediklerinden yedirip, giydiklerinden giydirirdi. Zulmü şiddetle yasaklar, adaleti emrederdi. Allah-u Zülcelal O’nu içinde yaşadığı muhitin kötülüklerinden çeşitli şekillerde muhafaza ediyordu. Müstehcen sözleri konuşmaktan kaçınır, edebini muhafazaya çok itina gösterirdi. Öfkesini tutmakta, kötülüğü affetmekte ve yumuşak huylulukta eşsiz bir üstünlüğe sahip olan Hz. Peygamber Efendimiz (sav) her zaman insanların arasını bulur, uzlaştırır ve kavgaları bertaraf ederdi. Hayatının her anında çocuklara, yoksullara ve zayıflara karşı merhametli, akrabalarına karşı sevgi doluydu. İnsanları ahiret hayatında ebedi azaptan kurtarmak için adeta çırpınıyor, ümmetinin şeytanın tuzaklarına düşmemesi için bir baba şefkati ile ikaz ediyordu. Merhameti bütün bir mahlûkatı kapsamıştı. Sadece takva ehlini değil, kusurlu ve günahkâr olanları, cahil, kaba saba bedevilere de aynı merhameti gösterirdi. Rahmet ve keremde umman gibiydi. İnsanlara kıymet verir, değerlerini bildiğini gösterir, nezaketi uzaktan gelenlere olduğu gibi yakınlarından da esirgemezdi. O yüceliğine rağmen çok büyük bir tevazu sahibi idi. Sıradan bir insan gibi hatta daha da alçak gönüllü davranır ve öyle hayat sürer, kendisine bir ayrıcalık yapılmasını istemez, kendisine başvuran aciz ve yoksulların işleriyle meşgul olur, fakirlerle oturmaktan hoşlanır, fazla övgü ve dalkavukluğu sevmez, ibadetleriyle böbürlenmezdi. “Refik-ı Ala” buyurduğu, Mevla’sı tarafından sevilen Hz. Peygamber Efendimiz (sav) in kalbi sevgiyle doluydu. Aile efradına, ehl-i beytine, ashabına ve müminlere karşı çok muhabbetliydi. Çünkü O, kab-ı kavseyn (çok yakınlık) makamının sahibiydi.
Hz. Peygamber Efendimiz (sav) in duasıyla bitirelim.
“Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlakımı da güzelleştir!” Amin.                                                                                                                                                                                                 Kamil Çakır

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar