29 Ara 2014

Miladî Yılbaşı geldi çattı. Kârıyla zararıyla bir yılı daha geride bıraktık.
Firmalar ve işletmeler kâr-zarar hesabı yapmakla meşgul. Kâr edenler durumlarını değerlendirip önümüzdeki yıl kârlarını daha fazla nasıl artırırlar onun hesabını yapmaktalar. Zarar edenler ise, nerede hata yaptıklarını değerlendirip, ona göre tedbir almakta ve yaptıkları hataları düzeltmek suretiyle gelecek yıl kâra geçmeyi planlamaktalar.
Biz İnsanlar da firmalar ve işletmeler gibi,  kâr-zarar hesabı yapmak durumunda değimliyiz? Zaten çok kısa olan ömrümüzden bir yıl daha eksilmiş oldu. Geçtiğimiz yılı acaba nasıl geçirdik? Kârda mıyız, zararda mıyız diye hep birlikte bir değerlendirme yapalım.
Soralım kendimize! Geçen yıl kaç fakiri sevindirdik? Kaç ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderdik? Kaç yetimin başını okşadık? Kaç dertlinin derdine derman olduk? Karnımızı tıka basa doyururken, çevremizde aç yatan var mı diye hiç araştırdık mı?
Yoksa biz “komşusu aç içen, tok yatan bizden değildir.” diyen Son peygamber Muhammed Mustafa Sallâllah-ü aleyhi ve sellem’in ümmeti değimliyiz?
         Hz. Ömer radıyallah-ü anh, her akşam yatağa yatmadan önce “bu gün Allah (c.c.) için ne yaptın” diye kendini hesaba çekerdi. Onların yolundan gittiğini iddia eden bizler, her akşam kendimizi muhasebeye çekemiyor olsak bile, bari yılda bir kez olsun kendimizi hesaba çekmemiz gerekmez mi?
Geride bıraktığımız koca bir yılın muhasebesini yapmak yerine, “gün senin devran senin” diyerek yeni yıla hoplayarak, zıplayarak, tepinerek mi gireceğiz?
         Ey yeni yıla Hıristiyanlar gibi girme planı yapan kimseler! Şunu unutmayın ki! Resulüllah Sallâllah-ü aleyhi ve sellem “kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” buyurmuştur. (Ebu Davud)
            Hem siz demiyor musunuz? “Yeni yıla nasıl girersek o yıl öyle geçer” diye.  Mademki öyle inanıyorsunuz yeni yıla Allah’ın yasak ettiği sarhoşluk veren içecekleri tüketerek kör kütük sarhoş girmeyiniz.  Girmeyiniz ki, gelecek yıl sizlere hayır getirsin. Eğer Allahın (c.c.) emir ve yasaklarını hiçe sayarak yeni yıla vur patlasın çal oynasın kabilinden Hıristiyanlar gibi girmeyi düşünenler varsa, vay böyle düşünenlerin haline!
Kardeşler hesap günü var. Hem de çok çetin bir hesap günü…
Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  “Azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!.. (Sa’d suresi Ayet: 55-56)
Evet kardeşler! “İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.” Yaşadığımız hayat tarzı, Müslüman’a yakışır bir hayat tarzı olmalı. Aksi takdirde bunun bedelini çok ama çok ağır öderiz.
         Madem Müslüman’ız. Bu günden tezi yok, Hıristiyanların yaşadığı hayat tarzına asla itibar etmemeli ve Müslüman gibi yaşamalıyız. Yarın Allah’ın (c.c.) huzuruna çıktığımızda o gün pişman olmak bize fayda vermeyecek!
         Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  Muhakkak ki, sizi yakın bir gelecekte azap var diye uyardık. O gün kişi, kendi elleri ile (yaptığı ve) takdim ettiği şeye bakacak . Ve nankör kişi (kendi kendine) şöyle diyecek: “Ah Keşke ben (insan olacağıma) toprak olsaydım.” (nebe suresi, ayet: 40)
         Kardeşlerim Yüce Kuran’ın öğütlerine kulak verelim. Şu üç günlük geçici dünya zevklerine aldanıp ebedi yurt olan ahiret yurdunu azap yurduna çevirmeyelim.
         Sağlık ve sıhhat ile nice güzel yıllara…

                            Muammer Yeşiltepe 

26 Ara 2014

Sizce, İslamiyet’le tanışmamış bir kimse, biz Müslüman olduğunu iddia eden kimselerin yaşantısına bakarak İslam dinini seçer mi? İslam’la şereflenir mi?
    
Hal bu ki, Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve arkadaşlarının yüce ahlakı, samimiyeti, güvenilirliği, emanete sadakati, alçak gönüllülüğü, insanlara saygı, sevgi ve muhabbeti, ilim ve irfana verdikleri önem ve daha birçok güzel meziyetleri insanların akın akın İslam’la şereflenmesine vesile oluyordu. Zaten öyle de olmalı değil miydi?

Müslüman olmak demek aynı zamanda örnek insan olmak demek değil midir? Madem öyledir,
 Müslüman olmakla iftihar eden bizlere ne oldu da, İslam’ı temsil edemez olduk?
Müslüman olduğumuzu iddia ettiğimiz halde bizi tanıyan, bizimle çeşitli vesilelerle ilişkisi olan kimseler neden bizden etkilenerek İslâm’ı öğrenmek, araştırmak ve Müslüman olmak gibi bir duyguya kapılmıyor?
Böyle bir duyguya kapılmak şöyle dursun,
-“Görüyor musun Müslümanları hepsi böyle işte”
Diyerek bizim şahsımızda tüm Müslümanlara hakaret vâri sözler sarf ediyor?
Müslümanlara yönelik hakaret içeren sözler söylenmesinde bizim ne kadar payımız var hiç düşündük mü?
Şöyle bir düşünelim:Aynı evde yaşadığımız eşimize, çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine karşı olan davranışlarımız konusunda, aynı mahallede yaşadığımız kimselerle olan komşuluk münasebetlerimiz konusunda, aynı işte çalıştığımız iş arkadaşlarımıza karşı olan tutum ve tavırlarımız konusunda, trafikte araç kullanırken diğer araç kullanan kişilere karşı hal ve hareketlerimiz konusunda İslâm’ın bize tavsiye ettiği ölçülere ne kadar riayet ediyoruz?
Acaba davranışlarımız İslam’a ne kadar uygunluk gösteriyor hiç düşündük mü?
Sevgili kardeşlerim! Elhamdülillah biz elbette Müslümanız. Fakat İslam’ın yaşamamızı emrettiği hayat nizamını kendi yaşantımıza adapte edemedik.
Biz Müslüman’ız fakat fertlerle ve toplumla olan münasebetlerimizde, İslam’ın bize emrettiği, tavsiye ettiği kurallara uyum göstermekten aciziz.
Hal böyle olunca da bizim davranışlarımızı ve tutumumuzu gözlemleyenler, yaşantımızın son derece bozuk olduğunu ve medeniyetten epeyce uzak ve kopuk olduğunu görüyor ve Müslüman bir topluluk içinde yaşadığımızdan dolayı da bu hatalı davranışlarımızı İslam’a mâl ediyor. Bu da bize büyük vebal yüklüyor.
İslami bir hayat deyince, sadece iman etmek ve ibadetleri yerine getirmek, yani namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gibi; vazifeler akla gelmemeli.
Dolayısıyla, “İslâm” sadece iman esaslarına inanmak ve ibadetleri yerine getirmekle yaşanmaz. Onlar dinin esasıdır, ancak İslam dini esaslarının diğer mühim bir kısmı da muamelattır.
İslam dininin muamelat kısmı da; insanın diğer insanlarla, hatta hayvanlar, bitkiler ve eşya ile münasebetlerini düzenlemiş ve kurallara bağlamıştır.
İman ve ibadetler konusunda nasıl titiz davranıyorsak, Muamelat konusunda da aynı titizliği ve hassasiyeti göstermek durumundayız.
Eğer İslam’ın muamelât konusundaki, yani beşeri münasebetler konusundaki emir ve tavsiyelerine uygun bir hayat tarzını benimser ve yaşamaya gayret gösterirsek çevremizde yaşayan insanlara da örnek bir yaşam tarzı sergilemiş oluruz. Böylece Müslüman bir kimsenin yaşadığı hayat herkes tarafından takdirle karşılanır ve örnek alınacak bir hayat tarzı ortaya çıkar.
“İslam kâl dini değil hâl dinidir” denilmiştir.
Bu şu demektir ki; sen kendin yapmadığın bir şeyi sadece dil ile başkalarına söylüyorsan, o işi kendin yapmıyorsan, o konuda hâl, hareket ve tavırlarınla başkalarına örnek olmuyorsan boş yere nefesini tüketme demektir. Tam da bu tarif günümüz Müslümanlarına uygun düşüyor değil mi?
Biz hep söylüyoruz ama bir türlü başkalarına tavsiye ettiğimiz şeyleri kendimiz yapmıyoruz.
        Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Bizi bu konuda ikaz ediyor ve
“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?” (Saff Suresi Ayet: 2)  buyuruyor.

O halde islâm dinini sadece iman ve ibadet boyutuyla değil, muamelat boyutuyla da yaşamaya çalışarak Müslümana yakışır bir yaşam tarzını kendi hayatımıza tatbik etmeliyiz ve başkalarına da örnek olmalıyız ki, bizimle uzaktan yakından ilişkisi olan insanlar bizi parmakla göstererek demek ki, islâmiyet insanı mükemmelleştiriyor muş demeli ve bizi örnek almalılar.
Umulur ki bu sayede kalpler islâm'a meyleder ve zulmette olan insanlık nura ve hidayete kavuşur.                Selam ve dua ile…                             Muammer Yeşiltepe


14 Ara 2014

Adana’da kaza geçiren bir işçi, olayı ayrıntılarıyla anlatmak için, şantiye şefine bir mektup yazmış ki, evlere şenlik… İtiraf etmek gerekirse, klasik Karadeniz fıkralarından biri sandım … Ama değilmiş, bire bir gerçek …

“Sayın şantiye şefim, İş kazası tutanağında planlama hatası diye yazmıştım. Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı bilgi istemişsiniz. Şu anda hastanede yatmama neden olan olaylar aynen aşağıdaki gibi olmuştur :

Bildiğiniz gibi ben duvar ustasıyım. İnşaatın 6. katında işimi bitirdiğimde, biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250 kg. olduğunu sandığım bu tuğlaları aşağıya indirmem gerekiyordu. Bunun için bir varil buldum. Ona sağlam bir ip bağladım. 6. kata çıkıp, ipi bir çıkrıktan geçirerek, ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya inip, ipi çekerek varili 6. kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp, tekrar yukarı çıktım. Tüm tuğlaları varile doldurup aşağı indim. Tam ipin ucunu çektim ki, kendimi havalarda buldum. Ben yaklaşık 70 kiloyum. 250 kiloluk varil aşağı düşerken, beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında dolu varille çarpıştık. Sanıyorum sağ iki kaburgam bu sırada kırıldı. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım ise, iple çıkrık arasına sıkıştı. Böylece parmaklarım da kırılmış oldu. O sırada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar yere saçıldı.
Varil hafifleyince, bu kez ben aşağı inmeye, varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı. Can havliyle ipi bırakmayı akıl ettiğimde 3. kat hizasındaymışım ve ipi bırakınca 3. kattan aşağıya düştüm. Sol kaburgalarım, sol el bileğimde o zaman kırıldı sanırım. Başımı yukarı kaldırdığımda ber de ne göreyim, boş varil hızla üzerime doğru geliyor. Kendimi toparlamaya çalıştım ama başaramadım ve varil kafama düştü. Kafatasımın da böylece çatladığını düşünüyorum. Bayılmışım…
Gözümü hastanede açtım...
Allah’ın herkezi böyle kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.

Duvarcı ustanız; Cengiz Sarıgül” 

7 Ara 2014



  • Harflerin mahreç (çıkış) yerleri:

Hemze: Harekeli olan elife denir. Mahreç yeri, boğaz aşağısıdır.
Be: Mahreç yeri, dudaklardır; dudaklar birbirine vurulur, nefes vererek kuvvetlice çıkarılır.
Te: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin dipleridir.
Se: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin uçlarıdır.
Cim: Mahreç yeri, dil ortası ile damağın ortasıdır.
Ha: Mahreç yeri, boğazın ortasıdır.
Hı: Mahreç yeri, boğazın ağza en yakın olan kısmı yani boğazın üstüdür.
Dal: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin dipleridir.
Zel: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin uçlarıdır.
Ra: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin üstüne düşen damak kısmıdır.
Ze: Mahreç yeri, dil ucu ile alt ön dişlerin üstüdür.
Sin: Mahreç yeri, dil ucu ile alt ön dişlerin üstüdür.
Şın: Mahreç yeri, dil ortası ile damağın ortasıdır.
Sad: Mahreç yeri, dil ucu ile alt ön dişlerin üstüdür.
Dad: Mahreç yeri, dilin sol veya sağ ya da her iki tarafı ile üst azı dişleridir.
Tı: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin dipleridir.
Zı: Mahreç yeri, dil ucu ile üst ön dişlerin uçlarıdır.
Ayn: Mahreç yeri, boğazın ortasıdır.
Gayn: Mahreç yeri, boğazın ağza en yakın olan kısmı yani boğazın üstüdür.
Fe: Mahreç yeri, üst ön dişleri ile alt dudağın iç kısmıdır.
Kaf: Mahreç yeri, dilin dibi ile üst damaktır.
Kef: Mahreç yeri, kaf harfinin mahrecinin dil ucuna doğru biraz altı ile damaktır.
Lam: Mahreç yeri, dilin iki kenarı ile birlikte dil ucuna varıncaya kadar üst damaktır.
Mim: Mahreç yeri, dudaklardır.
Nun: Mahreç yeri, dil ucu ile onun hizasındaki iki ön dişin etleridir.
Vav: Mahreç yeri, dudaklardır.
He: Mahreç yeri, boğazın dibidir.
Ye: Mahreç yeri, dil ortası ile damağın ortasıdır
Tecvid Sözlükte; “Bir şeyi süslemek”, “güzel ve hoşça yapmak” anlamlarına gelir.
Istılahta; "Kur'an-ı Kerim'i güzel bir biçimde okumak için uyulması gereken kuralları içeren ilim” dir.

وَ هُوَ اِعْطاَءُ الْحُرُوفِ حَقَّهاَ مِن كُلِّ صِفَةٍ وَمُسْتَحَقَّهاَ وَ رَدَّ كُلِّ وَاحِدٍلاَِصْلِهِ

“Harflerin lâzımî ve arızî sıfatlarının hakkını vererek her bir harfi mahrecinden çıkartmaktır.”

TECVİDİN KONUSU

Kur'an-ı Kerim'in harflerinin ve kelimelerinin, dilin fonetiğine uygun ve kulağa hoş gelen biçimde seslendirilmesi için öngörülen kurallardır.
Buna göre tecvit, harflerin çıkış yerleri, sıfatları, idğam, ğunne, uzatma, kalkale, izharvb. konuları içerir.

TECVİDİN İLGİ ALANI KUR’AN-I KERİM’DİR

TECVÎDİN GAYESİ VE AMACI

Tecvit, Kur’an’ın, Arapçanın fonetiğine uygun olarak, belli bir ses ahengi ve düzeni içinde güzel bir biçimde okunmasını amaçlar. İlahî kelâmın okunuşunda, dili her türlü hatadan korumaktır. Bu haber adresinden kopyalanmıştır
Kur'an'ı güzel okumak, dinleyen üzerinde olumlu bir etki uyandırır. Nasıl güzel okunan bir şiir/ezgi, notasına uygun icra edilen bir musikî, dinleyenleri etkilerse, güzel okunan Kur'an da dinleyenleri olumlu yönde etkiler. Onlarda güzel duyguları uyandırır. Bu bakımdan Kur'an'ın güzel okunması, Müslümanların geleneğinde çok önemli görülmüştür.

TECVİDİN HÜKMÜ

Kur’an’ı Kerim’in tecvitli okunması farzdır. Namaz kabul olacak kadar Kur’an’ın tecvitli okunması farz-ı ayndır, Kur’an’ın tamamının tecvitli okunması farz-ı kifayedir.

TECVİD İLMİNDE LAHN (OKUYUŞ HATASI)

Hata etmek ve doğrudan sapmak gibi manalara gelir. Tecvid ilminde: Tecvid kaidelerine uymamaktan meydana gelen hata demektir. İki kısma ayrılır:

LAHN-I HAFİ: Küçük ve gizli hatadır ki ancak tecvidi iyi bilen, kuran ve kıraat ilmi konusunda ehil olan kimselerin fark edebileceği hatalardır.

a) İhfayı, idğamı, iklabı, izharı yerine getirmemek, vacip medleri eksik çekmek, yahut medd-i tabiiyi fazla uzatmak gibi. Bu hataları yaparak okumak tahrimen mekruh olarak kabul edilmiştir. Bu haber

b) “ra” harfindeki tekrir sıfatında, “nun” ve “mim”deki ğunne sıfatında (ifrad ve tefride kaçmak) hata etmek, lam harfini ince okunması gereken yerde kalın okumak, ra’yı kalın okunması gereken yerde ince okumak gibi. Bu türden lahn-ı hafi tenzihen mekruh olup okuyuşu bu tür hatalardan korumak müstehaptır. Bu habe

LAHN-I CELİ: Ağır ve açık hata demektir. Kur’anı okuyabilen herkesin kolaylıkla fark edip anlayabileceği derecedeki hatalı okuyuşlardır.

a) Harflerin mahreç veya sıfat-ı lazimelerini bozmak. (خَلَقَ) yarattı (حَلَقَ) traş etti, (صِراَطَ) yerine (صِراَدَ) okumak

b) Harekelerde yapılan hatalar. اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ de تَ yi ötreli veya esreli okumak gibi. لِلَهِ yerine لِلَّهُ demek.

c) Kelimede bir harf ziyade etmek veya eksiltmek. (لَمْ يَلِدْ)yerine (لَمْ يَلِيدْ)  gibi.

d) Medd-i tabiî’leri terk etmek. (قاَلَ) yerine (قَلَ) gibi.

e) Harekeyi sukûna, sukûnu harekeye çevirmek. (اَلْحَمْدُ)yerine (اَلِحَمْدُ) gibi.

Bu gibi hatalar vuku bulduğunda, ibarede mana ister bozulmuş olsun ister bozulmasın lahn-ı celi olarak kabul edilmiştir. Bir müslümanın kuranı lahn-ı celiden kurtaracak kadar tecvidi uygulaması farz-ı ayn olduğuna göre lahn-ı celi yapan fahiş bir hata ve haram işlemiş olur. Çoğu zaman namaz bozulmuş olur.
Müslümanların her konuda bilgi sahibi olmaları bir görevdir. Din konusunda bilgi ise, İlmihal (herkesin durumuna göre gerekli olan bilgiler) adını alarak en önemli yeri tutar. Her müslümanın bağlı bulunduğu İslam dini konusunda yeterli bilgi sahibi olması bir borçtur. Edindiği bilgilerle de üzerine düşen dinî görevleri yerine getirmiş olacaktır.
  Aslında bütün insanlığın manevî ruhu yerinde olan dinden, din bilgisinden hiç kimse uzak kalamaz. Öteden beri ister ilkel olsun, ister medenî toplumlar, hiç biri bir dine bağlı kalmaktan dışarı çıkamamıştır.
  İnsanların gerçek mutlulukları ve saadetleri ilahî bir din yolu ile ortaya çıkar. Sağduyulu kimselerin ruhları ve vicdanları, böyle bir din ile huzursuzluktan kurtulur, yatışır. İnsanlığın yaratılışındaki yüksek amaç, ancak böyle ilahî bir dine sarılmakla gerçekleşir.
  Öyle ise, uyanık bir ruha, temiz bir vicdana sahib olan insan böyle gerçek bir dinden nasıl uzak kalabilir: Kendi benliğini, geleceğini ve mutluluğunu korumak isteyen bir insan, böyle yüce bir dinin inançlara, temizliğe, ibadete, helal ve harama, ahlaka dair kutsal hükümlerinden muhtaç bulunduklarını öğrenip uygulamak duygusundan nasıl habersiz kalabilir?
  O mübarek dinin yaşamasına, yükselmesine, yayılmasına, medeniyet saçan şanlı tarihine ait bazı bilgileri öğrenmek isteğinden, insan nasıl gafil bulunabilir?
  Hiç şüphe yok ki, benliklerini kaybetmeyen uyanık kişi ve cemiyetler bu ihtiyacı ruhlarında duymuşlardır. Dinî eserleri aramayı, onları bulup okumayı gerekli görmüşlerdir.
  İnsanların, yaratılışlanndaki meyilleri ve ruhî ihtiyaçları sebebiyle her asırda din bilginleri tarafından sayısız dinî eserler yazılmıştır. Ancak her devrin ve muhitin durumuna ve kabiliyetine göre bu gibi eserlerde bir yenilik göstermek, mana ve ruhları değişmeyecek şekilde dini meseleleri imkan dahilinde herkesin anlayabileceği bir ifadeyle yazmak, bunların birtakım hikmet ve faydalarını sade bir dille ortaya koymak da çok gereklidir.
  İslam dininin kapsadığı hükümler esas bakımından dört kısma ayrılır:
  1- İtikada air hükümler,
  2- İbadetlere ve amellere ait hükümler,
  3- Helal-haram olan şeylere, mubah ve mekruhlara ait hükümler,
  4- Ahlaka ait hükümler.
  Bu dört kısım hükümler üzerinde çok geniş ve değerli kitablar yazıldığı gibi, özet halinde kolay anlaşılır kitablar da fazlasıyla yazılmıştır. Gerçek şu ki, bu dört kısmın her biri üzerinde ayrı ayrı birer kitab yazılmış; fakat bu dört kısmı bir araya toplayan kitaplar azınlıkta kalmıştır.
  Biz aslında ayrıntılı eserlerden uzak kalamayız. Ancak böyle geniş kapsamlı eserleri okuyup onlardan gerekli meseleleri seçip ayırmaya herkesin güce yetmez. Görevleri ve zamanları buna elverişli olmaz. Çok kısa eserler de ihtiyacı karşılamaya yeterli olmaz, maksadı karşılayamaz. Üstelik bu eserlerin ifadesi ağır olursa, istenilen bilgileri elde etmek çok güçleşir.
  Çeşitli görev ve hizmetlere ayrılmış olan din kardeşlerimizin dini ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilecek bir "İlmihal" kitabı yazılmasını çok kimseler benden isteyerek bana başvurmuşlardı. Bunun üzerme kutsal dinimizin İtikat'a, temizliğe, ibadete, kerahiyet (hoş olmayan) ve istihsana (güzel olan şeylere), ahlaka dair hükümleri üzerinde ve bir kısım büyük peygamberlerin hayatları ile İslam dininin tarihçesine ait on kitabdan ibaret oldukça büyük bir "İlmihal" kitabı yazmayı bir görev saydım. Yüce Allah'dan yardımlar dileyerek bu görevi yerine getirmeye başladım. En güvenilir, en kıymetli din kitablarımıza başvurdum. İbadetler kısmını daha uzunca hazırlamaya çalıştım. İkram ve feyzi bol olan Yüce Allah'ın yardım ve ihsanı ile meydana gelen bu esere "Büyük İslam İlmihali" adını verdim.
  Eğer bu eserim, din kardeşlerimin faydalanmalarına hizmet ederek hayırlı dualarını kazanmaya vesile olursa, kendimi bahtiyar sayarım. Bütün yazı ve çalışmaları ile yalnız Hak Teala Hazretleri'nin nzasını kazanmak isteyen aciz bir yazar için bundan büyük bir mükafat olmaz. Başarı Yüce Allah'dandır...

Fatih Dersiamlarından
Erzurumlu Ömer Nasuhî Bilmen


İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar