16 Eyl 2015

Önceki yazımızda Müslüman Türk devletlerinin Anadoludaki hâkimiyetinin Haçlı seferleriyle önlenemeyeceği anlaşılınca Haçlıların taktik değiştirerek Müslüman topluluklar arasına ajanlar yerleştirdiklerini ve Müslüman topluluklar arasından da kendi amaçlarına hizmet edecek hainler satın aldıklarını anlatmıştık. Bu hainler ve ajanlar sayesinde de Müslüman topluluklar arasında fitne ve fesat çıkartıp Müslümanları içeriden bölerek zayıflattıklarını yazmıştık. 
Durum böyle olunca Müslümanlar kendi içlerinde biri birileriyle itişip kavga ederlerken Haçlılar ekonomik, askerî, siyasi ve kültürel alanda güçlendiler. Bilimde ve teknolojide ilerleme kaydettiler. Müslümanlar ise gelişen bu teknolojiye ayak uyduramayınca güç Haçlıların eline geçti.
Haçlılar bu gücü Müslümanlara karşı öylesine kin, nefret ve intikam duyguları ile kullandılar ki, İnsanlık melekelerini bile yitirip azılı birer katil haline dönüştüler ve Esfele safilin seviyesine indiler.
Tüm bunlar olup biterken içimizdeki hainler kuduz köpeklerin salyalarını akıta-akıta birkaç kemik parçasını beklediği gibi kıyıda köşede Haçlıların artıklarından kendilerine de bir miktar pay düşer diye beklemekle meşgullerdi.
Haçlılar ve içimizdeki hainler tam emellerine ulaştılar derken hesapların üstünde bir hesap her şeyi altüst etti ve hiç beklemedikleri bir şey oldu!..
Haçlılar, İslam topluluklarının doğal lideri konumundaki Türkleri en zayıf anında yakalamışken kendi güç ve kuvvetleri zirveye ulaşmışken yedi düveli de yanlarına almışlarken Çanakkale’de Türkler tarafından yine bozguna ve hezimete uğratıldılar. Hem de bu sefer Türklerin işi tam bitirilecek ve toptan yok edilecekler ve bir daha ayağa kalkamayacaklar dedikleri bir zamanda Türkler tarihe “Çanakkale Geçilmez” destanı yazdırıyordu.
Haçlılar son bir hamle daha yapmakta kararlıydılar. Bir plan daha yaptılar. Rusya, Gürcistan ve Ermeniler doğudan, Yunanlılar ve Yunanlıları destekleyen İngilizler batıdan, Fransızlar ve Ermeniler güneyden, Rumlar ve Ermeniler de içerden olmak üzere Anadolu’yu dört bir yandan kuşattılar.
Bu sefer de Türkler Kurtuluş savaşı mücadelesi başlatıyor. Yunanlılar denize dökülüyor, Fransızlar Anadolu’ya geldiklerine pişman ediliyor, Ruslar ve Ermeniler kuyruklarını kıstırıp kaçıyorlar ve Türkler Tarihe 30 ağustos destanı yazdırıyordu. 
Ne oluyorsa oluyor sanki sihirli bir el değiyor ve Türkler yeniden küllerinden doğuyordu.
Dıştan tüm güçleriyle saldırdılar olmadı. İçten hainlerle zayıflattılar olmadı. Bir şey yapmalılardı ki, bu işi bu sefer çözsünler!
Bir kiralık katil buldular ve o katile Terör örgütü kurdurdular. Seksenli yıllardan beri o kiralık katile kurdurdukları örgütle mücadele ederek oyalanıp duruyorduk. Devlet gelirlerinin çok büyük bir kısmını o mücadelede hiç ediyorduk.
Ülke ve ümmet derdiyle dertlenen bir Lider çıktı ve bu meseleye el attı. Sonuçları ne olursa olsun bu meseleyi çözmeliyiz dedi ve çözüm süreci adı altında bir proje başlattı. Çözüm süreciyle bu meseleyi halledeceğiz diye düşünürken Haçlılar yine içimizdeki hainleri devreye soktu.
“Halkımızın dinî duygularını sömüren adı hizmet hareketi olan ihanet şebekesi Fetö Terör örgütüne mensup savcı ve hâkimlerle işbaşındaki iktidara darbe girişiminde bulunuldu. Bu terör örgütüne bağlı yazılı ve görsel medya kuruluşlarıyla bu girişim desteklendi.
Bu Terör örgütünü kökü dışarıda dal ve budakları içeride olan dış mihraklı hain basın-yayın organları ve onların sözüm ona aydın geçinen tetikçi yazarları da yalnız bırakmadı.     
Doğudaki Kürt kardeşlerimizin duygularını sömüren ve sözde Kürt milliyetçiliği yaptığını iddia eden Silahlı Terör örgütü PKK ile onun siyasi uzantısı HDP kullanılmak suretiyle Terör olayları körüklendi.   
Elindeki silahı Devlete ve Millete Doğrultan hain katiller ile elindeki kalemi Devlete ve Millete karşı kullanan hain kalemşörler ülkemize ve geleceğimize ihanet etmekte biri birileriyle yarış haline girdiler ve var güçleriyle bu süreci provoke ettiler. Bu süreci başlatan Devlet idarecilerini de tahkir etme, itibarsızlaştırma gibi eylemlerle ülkemize ve geleceğimize çok büyük zararlar verdiler ve vermeye devam ediyorlar.        
Biz Müslüman Türkler dışarıdan gelen tehditlere karşı hiçbir zaman boyun eğmedik, gerektiğinde de bu tehditlerin hesabını sorduk. Bu tehditlere kalkışanları da pişman ettik.
Ne var ki içimizdeki hainlere karşı aynı kuvvet ve şiddetle mücadele etmek bir takım zorluklar arz ediyor, biraz sabır gerektiriyor ve bir miktar da zaman alıyor.
Sonuçta Devlet bu mücadelenin de üstesinden gelecek ve hainlere gereken cezayı verecek. Hiçbir hainin yaptığı yanına kâr kalmayacak.  
Yıldızı parlayan Türk Devletlerinde bu ihanetler hep denendi ve Devletimiz her zaman bu ihanetlerin üstesinden geldi, hesabını sordu ve hainlerin cezalarını da verdi.
İçimizdeki hainleri tepelediğimiz ve cezalarını verdiğimiz zaman gücümüze güç kattık ve İslam toplumlarına önderlik yaptık. Şimdilerde de böyle bir dönemeçten geçiyoruz.     
Biz Müslüman Türk toplumu olarak hiçbir zaman Devletimize karşı isyankâr davranmadık. Devlet idarecilerine karşı saygıda kusur etmedik. Her zaman Devletimizin ve Milletimizin yanında yer almış bir topluluğuz. Hiçbir devlette olmayan bir atasözümüz var bizim! “YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE”
Elbette bir sepetin içinde çürük meyveler bulunabileceği gibi bir toplum içinde de hain unsurlar bulunabilir. Devlet bu hain unsurlarla mücadelesini sürdürüyor, sürdürmeye kararlıdır ve üstesinden gelecektir.
Vatandaş olarak bizler daima bu hain unsurların karşısında olmalıyız. Bu hain unsurlara asla prim vermemeliyiz. Bu hain unsurlarla yapılan mücadelede her zaman Devletimizin yanında olmalıyız.
Allah (celle celalühü) dış ve iç tehditlere karşı devletimizin yürüttüğü her mücadeleyi başarılı kılsın, Devletimizin ve Devlet idarecilerimizin yardımcısı olsun, her daim onlara muvaffakiyetler ve muzafferiyetler ihsan eylesin. (Amin) 

14 Eyl 2015

Anadolu'ya ilk olarak Hazar Türkleri ve Hun Türkleri akın yapmıştır. Asya'dan Avrupa'ya göç eden Hunların bir kolu 4. yüzyıl sonlarında Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya gelmiş, Erzurum, Malatya ve Çukurova bölgesine kadar ilerlemiştir. Fakat bu akınlar genelde askerî amaçlı olmuştur.  
Asıl Anadolu'nun Türk yurdu hâline dönüşmesi, Oğuz ve Türkmen göçleriyle olmuştur. Oğuzların bir kısmı Selçuk Bey önderliğinde güneye indiler ve İslam’ı kabul edip Müslüman oldular.
İslamiyet’i kabul eden Türklerin Anadolu’ya yaptıkları akınlar sırasında savaş taktikleri, cesaretleri Abbasilerin dikkatini çekmiş ve Türklere kendi ordularında yer vererek Türklerin askerlik yeteneklerinden yararlanmak istemişlerdir. Bu amaçla Abbasiler kendilerine ait olan Bizans sınırındaki uç vilayetleri (Suriye, Elcezire ve Doğu Anadolu'yu) askeri amaçlı bölge haline getirmişler ve bu bölgelere gönüllü Müslüman Türk akıncılarını yerleştirmişlerdir.  
         9. yüzyıldan itibaren Türk komutanlarının yönetiminde Türklerden oluşan Abbasi orduları, Bizans'a karşı büyük başarılar elde etmişlerdi.
Oğuz kitleleri içinde Kınık boyundan olmalarına rağmen ataları Selçuk Beyin adı ile anılan Selçuklulardan bir kol Tuğrul Bey önderliğinde 1038 yılında Irak ve İran'da Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu kurdu. Etrafta dağınık yaşayan diğer Türk boyları da bu İmparatorluğa katıldı. 
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kurulması ve Türklerin İslam dünyasına hâkim olması İslam medeniyeti ve Müslüman kavimler için büyük bir kazanım oldu.
Anadolu'ya düzenlenen Türk akınlarının artması ve Bizans’a ait üslerin Türklerin eline geçmesi üzerine Bizanslılar 200.000 kişilik büyük bir ordu toplayıp Türklerin üzerine yürüdü. Türk Komutan Alparslan 50.000 kişilik ordusuyla Bizanslıları Malazgirt Ovası'nda karşıladı. Çetin bir savaş sonucunda Bizans ordusu 26 Ağustos 1071 tarihinde çok büyük bir hezimete uğradı.  
Malazgirt savaşı Türkler için önemli bir dönüm noktasıdır ve Türk Tarihinin başlamasına neden olmuştur. Türklerin tarih boyunca kazandığı savaşlardan hiçbiri geleceklerine bu derece etki etmemiştir. Bu savaşla Anadolu'nun kapıları Türklere sonuna kadar açılmıştır.
Anadolu kapılarının Türklere açılması demek aynı zamanda Türklerin İslam dünyasının önderliğini de elde etmesi demekti.
Müslüman Türklerin Anadolu’yu fethederek kendilerine yurt edinmeleri ve İslam dünyasının önderliğini elde etmesi Haçlılar tarafından bir türlü hazmedilemedi ve Müslüman Türklere karşı çok büyük bir kin ve nefret beslemeye başladılar. 
         Bu kin ve nefretle yanıp tutuşan Haçlılar milyonlarca Hıristiyan’ı bir araya toplayarak Müslümanları öldürme aşkıyla ilk haçlı seferini 1096-1099 yılları arasında gerçekleştirdi.
         Bu Haçlı seferi hariç Hıristiyanlar her Haçlı seferinde bozguna uğradılar ve çok büyük kayıplar verdiler. Her başarısız Haçlı seferi Haçlıların Müslümanlara karşı olan kinini daha da artırdı.
         Haçlı seferlerinin düzenlendiği dönemlerde İslamiyet’i temsil eden Türk devletleri siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel alanda her bakımdan Haçlıları temsil eden devletlerden çok daha ileri seviyede idiler.
         Haçlıların Müslümanlar üzerine düzenledikleri seferlerin başarısızlıkla ve hüsranla sonuçlanması Haçlıları taktik değiştirmeye yönlendirdi.
Bu amaçla Müslüman topluluklar arasına ajanlar yerleştirdiler. Müslüman topluluklar içinde yaşayan gözünü maddiyat ya da iktidar hırsı bürümüş kişi, kuruluş, cemaat ve cemiyetlerden kendi çıkarlarına hizmet edecek hainler devşirdiler. Onlar vasıtasıyla Müslüman topluluklar arasına fitne ve fesat sokup onları biri birine düşürdüler, bölüp parçalayıp zayıflatarak kolay bir lokma haline getirdiler.  Zayıflayan Müslüman toplulukları ele geçirip sömürge topluluklar haline getirmek böylece kolay oldu.
Taktikleri sonuç vermişti. Artık Müslüman toplulukların büyük kısmı Haçlıların sömürgesi haline gelmişti. Müslümanlar biri birileriyle çekişmekte, biri birilerine karşı kin ve nefret beslemekte, Haçlılarla uğraşmak yerine biri birileriyle uğraşmaktaydılar. Bu taktik sayesinde Haçlılar seferlerde elde edemedikleri sonuç ve başarıları bu şekilde elde etmeyi başardılar.

Devamı Bir sonraki Yazımız “YILDIZI PARLAYAN TÜRK DEVLETLERİNDE İHANETLER -2’de”

6 Oca 2015

Ölüm vardır, be hey gafil
Sakın meyletme dünyaya!
Kapılma mal-ü emlake
Sakın aldanma hülyaya.
Çalış emr-i ilahi çün
Gücün yettikçe icraya!

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya!

Fani dünya bir köprüdür
Gelen geçer, kimse durmaz!
Hani aba-ü ecdadın
Ne oldu, kimseler sormaz.
Hani annen, baban nerde
Bu dünya kimseye kalmaz.

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya

Ecel çalınca kapını
Durdurma takatin var mı?
Hani hiç ölmem diyenler
Ölümden kurtulan var mı?
Nerde sultanlar, vezirler
Maziden bir nişan var mı?

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya

29 Ara 2014

Miladî Yılbaşı geldi çattı. Kârıyla zararıyla bir yılı daha geride bıraktık.
Firmalar ve işletmeler kâr-zarar hesabı yapmakla meşgul. Kâr edenler durumlarını değerlendirip önümüzdeki yıl kârlarını daha fazla nasıl artırırlar onun hesabını yapmaktalar. Zarar edenler ise, nerede hata yaptıklarını değerlendirip, ona göre tedbir almakta ve yaptıkları hataları düzeltmek suretiyle gelecek yıl kâra geçmeyi planlamaktalar.
Biz İnsanlar da firmalar ve işletmeler gibi,  kâr-zarar hesabı yapmak durumunda değimliyiz? Zaten çok kısa olan ömrümüzden bir yıl daha eksilmiş oldu. Geçtiğimiz yılı acaba nasıl geçirdik? Kârda mıyız, zararda mıyız diye hep birlikte bir değerlendirme yapalım.
Soralım kendimize! Geçen yıl kaç fakiri sevindirdik? Kaç ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderdik? Kaç yetimin başını okşadık? Kaç dertlinin derdine derman olduk? Karnımızı tıka basa doyururken, çevremizde aç yatan var mı diye hiç araştırdık mı?
Yoksa biz “komşusu aç içen, tok yatan bizden değildir.” diyen Son peygamber Muhammed Mustafa Sallâllah-ü aleyhi ve sellem’in ümmeti değimliyiz?
         Hz. Ömer radıyallah-ü anh, her akşam yatağa yatmadan önce “bu gün Allah (c.c.) için ne yaptın” diye kendini hesaba çekerdi. Onların yolundan gittiğini iddia eden bizler, her akşam kendimizi muhasebeye çekemiyor olsak bile, bari yılda bir kez olsun kendimizi hesaba çekmemiz gerekmez mi?
Geride bıraktığımız koca bir yılın muhasebesini yapmak yerine, “gün senin devran senin” diyerek yeni yıla hoplayarak, zıplayarak, tepinerek mi gireceğiz?
         Ey yeni yıla Hıristiyanlar gibi girme planı yapan kimseler! Şunu unutmayın ki! Resulüllah Sallâllah-ü aleyhi ve sellem “kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” buyurmuştur. (Ebu Davud)
            Hem siz demiyor musunuz? “Yeni yıla nasıl girersek o yıl öyle geçer” diye.  Mademki öyle inanıyorsunuz yeni yıla Allah’ın yasak ettiği sarhoşluk veren içecekleri tüketerek kör kütük sarhoş girmeyiniz.  Girmeyiniz ki, gelecek yıl sizlere hayır getirsin. Eğer Allahın (c.c.) emir ve yasaklarını hiçe sayarak yeni yıla vur patlasın çal oynasın kabilinden Hıristiyanlar gibi girmeyi düşünenler varsa, vay böyle düşünenlerin haline!
Kardeşler hesap günü var. Hem de çok çetin bir hesap günü…
Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  “Azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!.. (Sa’d suresi Ayet: 55-56)
Evet kardeşler! “İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.” Yaşadığımız hayat tarzı, Müslüman’a yakışır bir hayat tarzı olmalı. Aksi takdirde bunun bedelini çok ama çok ağır öderiz.
         Madem Müslüman’ız. Bu günden tezi yok, Hıristiyanların yaşadığı hayat tarzına asla itibar etmemeli ve Müslüman gibi yaşamalıyız. Yarın Allah’ın (c.c.) huzuruna çıktığımızda o gün pişman olmak bize fayda vermeyecek!
         Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  Muhakkak ki, sizi yakın bir gelecekte azap var diye uyardık. O gün kişi, kendi elleri ile (yaptığı ve) takdim ettiği şeye bakacak . Ve nankör kişi (kendi kendine) şöyle diyecek: “Ah Keşke ben (insan olacağıma) toprak olsaydım.” (nebe suresi, ayet: 40)
         Kardeşlerim Yüce Kuran’ın öğütlerine kulak verelim. Şu üç günlük geçici dünya zevklerine aldanıp ebedi yurt olan ahiret yurdunu azap yurduna çevirmeyelim.
         Sağlık ve sıhhat ile nice güzel yıllara…

                            Muammer Yeşiltepe 

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar