Ne garip bir soru! Bu kişi ne yapmaya çalışıyor dediğinizi
duyar gibi oluyorum! Ama şöyle uzaklara gitmeden çevremize bir göz atalım.
Müslümanlar şöyle Müslümanlar böyle, Müslümanlık bizi geri bıraktı, “millet aya
biz yaya” diye ileri geri söz edenleri duymuyor muyuz çevremizde?
Hal bu ki, Müslüman kale gibi
kuvvetli yıkılmaz bir inanca sahiptir,
inancından asla taviz vermez. İman söz konusu olunca zerre miktarı şüphe barındırmaz kalbinde! Sapasağlam inancını sadece kalbinde de taşımaz, yeri geldiğinde haykırır Hz. Ömer misali!
inancından asla taviz vermez. İman söz konusu olunca zerre miktarı şüphe barındırmaz kalbinde! Sapasağlam inancını sadece kalbinde de taşımaz, yeri geldiğinde haykırır Hz. Ömer misali!
Yaratanın
onu kendine kulluk etsin diye yarattığını bilir ve ibadetlerini layıkıyla O’nun
emrettiği gibi, O’nun Resulünün öğrettiği gibi, ihlâsla ve samimiyetle yapar.
Yalan yere
yemin etmek, yalancı şahitlik yapmak şöyle dursun, yalan söylemenin münafıklık
alameti olduğunu bilir ve asla yalan söylemez.
Değil içki
içmek, kumar oynamak, içki içilen ve kumar oynanan ortamda bulunmaktan bile hayâ
eder!
Dolandırıcılık yapmak, adam aldatmak, yol kesmek, eşkıyalık
yapmak, başkasının malına zarar vermek, alavere – dalavere gibi kavramlarla
tanışık değildir Müslüman! Bu tür pis işlerle, işi de olmaz zaten! Bu tür tezgâhlara
düşmemek için uyanık davranır. Diğer Müslüman kardeşlerinin de böyle tuzaklara
düşmemesi için onları uyarır, nasihat eder, kol kanat gerer, korur-kollar onları!
Eliyle ve diliyle hiç bir kimseyi
incitmediği gibi, korumasız ve zayıf kimselerin, bazı kaba-saba kimseler
tarafından incitilmesine de müsaade etmez.
Üzerine aldığı görevi en güzel bir şekilde yapmaya gayret
eder, verdiği sözde durur, emanete hıyanet etmez.
Özü neyse sözü
de odur. Ok gibi dosdoğru olur Müslüman! Menfaat uğruna yay gibi eğilip
bükülmez. İki yüzlülük yapmaz, insanları birbirine düşürecek davranışlarda bulunmaz.
Müslüman, ana babasına saygıda
kusur etmez. Öf yeter artık demek yoktur onun lügatında!
O, Ebu Bekir gibi sadakatine güvenilir dosttur! Kendisi gibi
ahlaklı kişilerden seçer arkadaşlarını!
O küçüklerini sever, büyüklerine saygılı davranır, komşularını
incitmez, herkese iyilik etmeye çalışır. Bilmeden bir kusur işlediğinde ise,
özür dilemek şanındandır Müslüman’ın! Biri kendine kötülük mü etti?
Bağışlamasını da bilir yeri geldiğinde! Öç almak, kin tutmak yazmaz onun
kitabında!
Müslüman
daima geliştirir kendini. Yeniliklere açık olur, öğrenmede sınır tanımaz. Çünkü
rehberi, yol göstericisi, Peygamberi ona emretmiştir ki, “İlim Çin’de de olsa
ona ulaş, onu öğren” “Düşmanının silahıyla silahlan” “iki günü müsavi olan
bizden değildir” Bu emirleri yerine getirmek için her çağda düşmanlarından
üstün olmaya, bilimde, teknolojide öncü olmaya mecbur hisseder kendini. Bunun
için var gücüyle çalışır çabalar Müslüman.
Rızkını
helal yoldan temin etmek için uğraş verir, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi! Lakin
yarın ölecekmiş gibi de yapar âhiret hazırlığını!
Müslüman kanaat sahibidir, mal-mülk edinme hırsına kaptırmaz
kendini! Rızık verenin Allah olduğunu bilir ve inanır ki, kendisine ne rızık
tayin edilmişse, o kadarını elde edecektir. Rızkı veren ne eksik verecektir ne
de fazla. Çünkü Allah (c.c.) adildir asla zalim değildir.
Müslüman, uzatır elini muhtaç
kişiye, yardım eder fakire! Yetimlere ve kimsesizlere sahip çıkar, korur,
gözetir ve himaye eder onları.
Yukarıda kısaca saydığımız
özellikler Müslüman kişilerde bulunması gereken özelliklerdir.
Bu özelliklere sahip Müslüman kişilerin yaşadığı toplumlarda
dağınıklık, geri kalmışlık, düşman karşısında çaresizlik, huzur ve güven
ortamının olmayışı gibi olumsuzluklardan söz edilemez. O halde nasıl oluyor da
Müslümanların yoğunlukla yaşadığı ülkelerde bu saydığımız olumsuzluklar
yaşanıyor ve kargaşa hakim oluyor? Suç İslam’da mı Müslümanlarda mı?
İslam’ın hüküm sürdüğü devirlerde
insanlar huzurlu ve mutlu bir hayat yaşarlarken, inananlarda gevşeklik baş
gösterip tembellik başlayınca, Allahın kendilerine tayin ettiği nimete rıza
göstermeyip servet edinme hırsı arttıkça, kanaat azaldıkça, daha fazla mal -
mülk elde etmek için inandıkları değerleri bir kenara bırakıp haram-helal
gözetmeyerek, gelsin de nereden gelirse gelsin anlayışıyla servet biriktirmeye
başlayınca, toplum İslam ahlakından uzaklaştı. İslam ahlakından uzaklaşan
toplumun idarecileri de boş durmadı. Onların da gözünü makam ve mevki hırsı
bürüdü. Makam ve mevki hırsı uğruna inandıkları gibi yaşamaktan vazgeçerek yaşadıkları
gibi inanmaya başladılar. Makam ve mevki sahibi kişilerle servet sahibi kişiler
birbiriyle dayanışma içine girdiler ve yaptıkları her şeyi kendileri için mubah
görmeye başladılar. Hal böyle olunca servetten, makam ve mevkiden pay alamayanların
hakkı yenmeye başlandı. Haksızlığa uğrayan ve hakkının yenildiğini gören bu kesim,
seslerini yükseltmeye ve hak aramaya başladı, ama zayıftılar. Güç ellerinde olanlarla
baş etmeleri mümkün değildi. Onlarda çareyi başkaldırmakta arayınca huzur ve
güven ortamı yok olup yerini kargaşa, zulüm, ihanet, isyan gibi İslam’la ve
insanlıkla bağdaşmayan davranışlar aldı. İç çekişmeler başlayıp, kargaşalar
arttıkça bilim ve teknolojiden uzaklaşıldı. Böyle olunca da düşmanlarından geri
kaldılar. Düşmanda bunu fırsat bilerek, iç çekişmeleri ve kargaşayı körükledi.
İçerdeki hainlerle daha sıkı işbirliği yaparak Müslüman ülkeleri iyice
zayıflattılar. Araya nifak tohumları ekmek suretiyle İslam ümmetini biri birine
düşman ettiler. Müslümanlar düşmanla savaşacakları yerde biri birileriyle
dalaşmaya başladılar. Müslüman Müslüman’a düşmanlık etmeye başladı. İş bu boyuta
ulaşınca da bu günkü perişanlık kaçınılmaz oldu.
Şimdi soruyorum size, bu
tespitlere katılmayanınız var mı? O halde ne dersiniz, sorun İslam’da mı? yoksa
İslam’ı yaşamaktan uzaklaşan Müslümanlarda mı?