30 May 2014

Herhangi bir ümmetin, milletin, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmaya, o ümmetin, milletin, devletin idari yapısını devirmeye, otoritesini yıkmaya, veya bağlı olduğu ümmete, millete, devlete karşı savaşmaya, kendi ümmetine, milletine, devletine karşı düşmanla işbirliği yapmaya yönelik eylemlere “ihanet denir.
İhanet tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’in (A.S.) ve kıyamete kadar insanoğluna düşmanlık edecek şeytanın yeryüzüne indirilişi ile birlikte hak batıl mücadelesi başlamış oldu. O günden bu güne dek, Hakk’ın ve haklının safında yer alanlar olduğu gibi, nefsinin arzularına yenik düşüp kendi çıkarlarını ön planda tutarak şeytanın ve şeytanlaşmış insanların safında yer alanlar daha çok oldu. Bazı kimseler ise dünyalık işleri kendi menfaatleri doğrultusunda yürürken Hakk’ın ve haklının safındaymış gibi göründükleri halde, şartlar değişip işler maddi çıkarlarına ters düşmeye ve kendi aleyhleri doğrultusunda gelişmeye başlayınca, Hakk’ı hukuku bir kenara bırakarak aynı safta göründükleri kişilere ihanet etme suretiyle saf değiştirip, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların safına geçerek insanlık onurunu ayaklar altına aldılar. Bu husus ayeti kerime’de Şöyle zikredilir. "İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün." (Mâide: 13) 
Hainlik bir suçtur. Beşeri hukuklarda cezası ağır olduğu gibi, İslam hukukunda da cezası ağırdır.
İslam hukukunda ise suç ve cezalar iki çeşittir
1- Cezası Allah tarafından belirlenenler: .............. Had  ve Kısâs 
2- Cezası İslami idare tarafından belirlenenler: .... Ta'zir
         Devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, “Had suçu” olarak yer almıştır ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılır. Bu suçun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır.
Had suçunun cezası, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyenlere ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmaz. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse islami idare tarafından belirlenen ceza (ta'zîr cezası) ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an Had suçu işlemiş sayılırlar ve savaşla yola getirilirler, cezaları da idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.
Müslüman kimse kendinden olan devlet idarecilerine itaat etmekle yükümlüdür. Zira Allah c.c. Kuran-ı Kerimde Şöyle buyurur: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin." (Nisa 4/ 59)
Bir Müslüman kendinden olan devlet idarecilerine düşmanlık etmez. Eğer devleti idare edenlerin yönetim usullerini beğenmez ve islamî usullere aykırı olduğuna inanırsa, onlara yumuşak bir lisanla nasihatte bulunur, devlete karşı başkaldırma, ayaklanma ve kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirme gibi eylemlere kalkışmaz.
Asla ve asla kendi devletinin sırlarını diğer devletlere ifşa etmez. Devlet idarecileri devleti kötü yönetiyorlar diye devlete karşı başkaldırma, ayaklanma ve kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirme niyetiyle İslam dinine düşmanlık eden iç ve dış mihraklı hainlerle, Yahudi ve Hıristiyanlarla işbirliği yapma yolunu tercih etmez. Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu olmadığını bilir. Çünkü Yüce Allah (C.C.) Kuran-ı Kerimde: "Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır." (Mâide: 51)
“Sizin dostunuz ancak Allah'tır, onun Peygamber'idir ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.” (Mâide: 55) diye buyurmaktadır.
Bir Müslüman kişi veya grup, devlet kötü idare ediliyor diye kendi dininden olmayanlarla iş birliği yapıp devlete baş kaldıracağına, bu işte kendinin ne kadar sorumluluğu  var onu değerlendirmeli ve çareler üretmelidir. Zira Peygamber efendimiz (s.a.v.)  “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” (ed-Deylemî; el-Beyhakî, el-Müsned) buyurmuştur.
Madem Efendimiz (s.a.v.) böyle buyurmuştur. Demek ki, toplumun ıslahı gerekiyor. Bu konuda ciddi çalışmalar yapılırsa, bireyler ve toplum İslami ahlak üzere yetiştirilirse,
böyle bir toplum içinden devleti idare edecek ehil kişiler de çıkacaktır ve böyle olunca da zaten iş kendiliğinden çözülecektir.
İçinde bulunduğu ümmete, millete, devlete ihanet edenler o günün şartlarında bazı mihraklar tarafından korunsa, kollansa ve işledikleri suçun cezasından o anlık kurtulsalar dahi, İlahi adalet bir gün tecelli edecek ve bu suçun cezasını ahrette mutlaka çok şiddetli bir azapla çekecekleri gibi dünyada da suçları cezasız kalmayacaktır. Tarih sayfaları, bu gibi suçların cezasının dünyada çekildiğinin ibretli öyküleriyle doludur. İşte size yakın tarihimizden bir örnek.
Ürdün Kraliyet ailesi Hâşimî soyundan geliyor ve ailenin hazin hikayesi meşhur Şerif Hüseyin'le başlıyor… Hâşimî soyundan gelen meşhur Şerif Hüseyin Osmanlı'ya kafa tutuyor. Şerif Hüseyin'in, isyan ederken birlikte hareket ettiği isim ise İngilizlerin ünlü casusu Lawrens… İkisinin birlikte hareket edip Osmanlı'ya savaş açması ise toplumun belleğinde derin izler bırakıyor.
Şerif Hüseyin, Vehhabî ayaklanması sırasında Hicaz'dan kaçıyor ve İngilizler tarafından Kıbrıs'ta alıkonularak tutsak bir hayat yaşıyor. Şerif Hüseyin'in oğlu Kral I.Abbullah ilk Ürdün Kralı oluyor.
Kral I.Abdullah bir suikaste kurban gidiyor. Yerine geçen oğlu Tallal, akıl hastalığına tutuluyor ve ömrü İstanbul'da Şifa Yurdu'nda geçiyor. Şerif Hüseyin'in diğer çocukları ise Irak Kralı ve Veliaht’ı oluyorlar fakat Onlar da askeri darbede feci şekilde can veriyorlar.
Şerif Hüseyin kendinin ve evlatlarının başına gelenleri; hayal kırıklığı, aşağılanma ve acılar içinde yaşanan ibretlik  bir hayat olarak belirtiyor ve veciz sözlerle söylediği, şu cümle ile özetliyor. "Başımıza gelenler, Osmanlı'ya ihanetimizin ilahi cezasıdır!"
I.Abdullah, babası Şerif Hüseyin'in çektiği vicdan azabını bir anısında şöyle anlatıyor. "Babam çok ıstırap çekti. Bir gün, saray bandosu bahçede konser veriyordu. Hava sıcak, pencereler açıktı. Bir ara bando hepimizin bildiği İzmir marşını çalmaya başladı. Babamın birçok eski hatıralarının canlanmasını önlemek için pencereyi kapattığımda babam bana şöyle dedi. Evlat, neden o pencereyi kapatıyorsun? İzmir marşının eski günleri bana hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetine ihanet etmiş âsi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı sandım, Allah beni sürgünlüğe düşürdü, hasta oldum, buraya sığındım. Pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın. Bu dünyada çektiğim ıstırap ve vicdan azabı büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette daha büyük cezadan korusun" Amin
                                                        Muammer Yeşiltepe   30/05/2014

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar