4 Haz 2014

Devlet bir şahs-i manevidir. En kötü bir devlet, devletsizlikten binlerce kat daha iyidir. Bugün devleti olmayan ve başka devletlerin esareti altında inleyen milletlerin ne durumda oldukları herkesin malumudur.
Dinimizde devlete karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeye çalışmak ve fitne çıkarmak kesinlikle yasaktır.
Bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Fitne katl’den daha şiddetlidir.” (Bakara Suresi: Ayet 191) Elbette ki devletin fitneyi def etmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Yine başka bir ayette şöyle buyruluyor: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşursa aralarını düzeltin. Şayet onlardan biri, hala ( Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) ötekine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer (Pişman olup Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.”  (Hucurat Suresi: Ayet 9) Bu ayette, Allah’ın emrine boyun eğmeyip anarşi çıkaranlarla, isyan edenlerle ve hadde tecavüz edenlerle savaşmak emredilmektedir. Böyle hareketlerde bulunanlar âsilik etmiş olur. Asilik  ise İslam’da yasaklanmıştır. Zira, ayeti kerimede “Allah’a, Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre itaat ediniz” buyruluyor.  (Nisa Suresi: Ayet 59) Bu ayeti kerimede önce Allah’a sonra Allah’ın Resulüne daha sonra da devlet reisine itaat emredilmektedir. Bu hakikate binaen isyan eden kişi devlet idarecisinin evladı da olsa kardeşi de olsa ona müsamaha gösterilmez ve devletin payidar olması için İslam dininin hükmü icra edilir.
Başta Peygamber Efendimiz(s.a.v) olmak üzere, bütün Ehl-i Sünnet alimleri, devlet reislerine itaat edilmesi üzerinde ısrarla durmuşlar ve isyanı kesin bir şekilde yasaklamışlardır. Devlet reislerinin adaletli, idari işlerden iyi anlayan dirayetli kimselerden seçilmesi lüzumu üzerinde ittifak etmişlerdir. Hal böyle olunca liyakatli devlet reislerine itaat etmek vacib olur. Hatta Bedi-üz zaman Said Nursi hazretleri şöyle der: “Şeriatla, Kur’ânla, hadîsle, hikmetle, tecrübeyle sâbittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulu’l-emr’e itaat farzdır.”  İslam ulemasına göre “şayet idareciler cebir ve kuvvet kullanarak zorla iktidara gelmiş olsalar dahi, liyakat şartına bakmaksızın yinede devlet idarecilerine itaat gereklidir.” Hz. Huzeyfe (r.a.)’ den nakledilen hadis-i şerif bu mevzuya ışık tutmaktadır: Resulullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.” Ya Resulallah ben bu günlere yetişirsem ne yapayım? diye sordum. Resulullah Efendimiz (s.a.v.): “Dinler ve itaat edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile dinle ve itaat et” diye buyurdular.” (Tac, 3. cilt sayfa: 44-45) Görülüyor ki Allah Resulü (s.a.v) hakiki adaletle hükmetmeyen devlet reislerine bile isyan etmeyi yasaklamıştır. Bu zulme rıza göstermek anlamına gelmez. Malumdur ki, Kur’an-ı Azim-ü şan, değil zulüm yapmayı, zulme meyil ve rıza göstermeyi bile şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in, zalim reislere itaat emrini, zulme rıza göstermek olarak değil, onun büyümesini önlemek olarak anlamak lazımdır. Bu ve buna benzer hadis-i şerifleri dikkate alan İslam uleması Hakk’ı ve hakikati daima itaat içinde aramışlar ve isyana hiçbir şekilde cevaz vermemişlerdir. Çünkü devlete yapılan isyan, büyük bir fitne ve şerre yol açar. İsyan ile ortaya çıkan nifak, kargaşa ve anarşinin kapısını kapamak fevkalade zordur. Hatta bazen bu kargaşa, milletlerin ve devletlerin hayatına bile mal olabilmektedir. Bu gibi tehlikeli durumların önüne geçmek için olsa gerek; Fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker gösteren Dede Efendi’nin Siyasetname adlı eserinde şöyle denilmektedir: “ Nizam-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şeri’ fiileri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ulül-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adi olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan sonra ref’inden daha kolaydır. Bir bid’atçının bit’atının yayılacağından korkan dindar padişahın, milletini onların şerrinden korumak ve nizam-ı alem için, isyana teşebbüs edeni idam etmesi caizdir.”
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun yolunu takip eden Ehl-i Sünnet alimleri devleti kutsal saymışlar ve mutlak korunmasını gerekli görmüşlerdir. Devlet evlattan önce gelir. Çünkü devlet olmayınca değil evlat canın bile muhafazası mümkün değildir. İslam’da kutsal sayılan dinin, canın, malın, ırzın namusun ve diğer kutsalların korunması için devlet mutlak gereklidir ve bu uğurda değil evlat can dahi feda edilir.
Osmanlıda bir kısım padişahların evlat veya kardeşleri fitnenin bizzat başına geçmiş, makam ve şöhret peşine düşerek bir kısım vezir ve kumandanları da yanlarına alıp darbelere teşebbüste bulunmuş, Osmanlı Devleti’nin ve ümmet-i Muhammed’in birlik ve düzenini, muhabbet ve dayanışmasını bozmak üzere fiili teşebbüslere girişmişlerdir. Padişahların bir kısmı bu tip suikast, ihanet ve tahriplere karşı, aslında bir bakıma fedakârlık yaparak, milletin ve ümmetin birlik ve selameti için, evlatlarının ve kardeşlerinin idamlarına hükmetmişlerdir. Böyle bir tedbirin ehven-i şer olarak; daha dehşetli, daha sürekli ve daha sancılı işlere kapı kapama adına yapıldığı düşünülmelidir. Padişahların kardeşlerini veya evlatlarını öldürmeleri çoğu zaman onların isyan etmeleri yahut isyana teşebbüs etmeleri halinde vuku bulmuştur. Evlatları, kardeşleri veya yeğenleri hakkında ölüm kararı veren Osmanlı Pâdişahları’nın, kararın infazından sonra çok üzüldükleri ve hatta çocuk gibi ağladıkları bilinen bir hakikattir. Meselâ, Sultan Selim Hazretleri, saltanat tahtına oturduğu zaman bir taraftan devletin istikbaline göz dikmiş olan düşmanlarla diğer taraftan da memleketin iç huzurunu bozmak isteyen şehzadelerle karşı kaşıya kaldı. Her saltanat değişmesinde olduğu gibi, yine tahta göz dikmiş birçok şehzadenin başı gidecekti. Eğer onlar gitmeyecek olsa memleket elden gidecek, iç kavga çıkacak ve dolayısıyla memlekette kan gövdeyi götürecekti. Belki de bugün dünyanın göz bebeği olan İstanbul ve hakimiyetin merkezi olan Anadolu elimizde olmayacaktı.
Bu konu ne kadar eleştirilse istismar edilse dahi, “hakikatin özü devleti korumaksa, umumun faydası için ferdin fedası gerekebilir” düsturuyla hareket eden ve devletin bekası için evlat dahi olsa her şeyi feda etmeği göze almış bu değerli şahsiyetleri kindarca eleştirmek devletini seven aklı başında bir insanın yapacağı bir iş değildir.
Günümüzde “sözüm ona medeniyette” öncü kabul edilen bir çok ülkeler, devlette anarşi çıkarabileceği öngörülen kişileri faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırırken, bu konuda fikir beyan etmekten bile kaçınan kesimlerin, Osmanlıda devlet düzenini korumak için darbe teşebbüsünde bulunmuş kardeşlerin veya evlatların düzeni sağlamak adına idam edilmelerini acımasızca eleştirmeleri ne kadar manidar değil mi? zannımca bunda amaç, üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olsa gerek.
Velhasıl “devlet mi, evlat mı” sorusunun cevabı: söz konusu olan şey “İHANET” olunca devlet evlattan önce gelir. Çünkü devlet olmayınca ne evlat, ne millet ne can, ne mal, ne mülk, nede mukaddesat güven altında olmayacaktır.
Allah (c.c.) ülkemizde ve İslam ülkelerinde adaletle iş yapma gayreti içinde olan devlet idarecilerinin yâr ve yardımcısı olsun. Yaptıkları hayır işlerde kendilerine yardım eylesin. Şer işler yapmaktan muhafaza buyursun. Düşmanlık edenlere ve düşmanla işbirliği yapanlara fırsat vermesin. (Amin)                                                                                                                           Muammer Yeşiltepe  04.06.2014

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar