14 Eyl 2015

Anadolu'ya ilk olarak Hazar Türkleri ve Hun Türkleri akın yapmıştır. Asya'dan Avrupa'ya göç eden Hunların bir kolu 4. yüzyıl sonlarında Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya gelmiş, Erzurum, Malatya ve Çukurova bölgesine kadar ilerlemiştir. Fakat bu akınlar genelde askerî amaçlı olmuştur.  
Asıl Anadolu'nun Türk yurdu hâline dönüşmesi, Oğuz ve Türkmen göçleriyle olmuştur. Oğuzların bir kısmı Selçuk Bey önderliğinde güneye indiler ve İslam’ı kabul edip Müslüman oldular.
İslamiyet’i kabul eden Türklerin Anadolu’ya yaptıkları akınlar sırasında savaş taktikleri, cesaretleri Abbasilerin dikkatini çekmiş ve Türklere kendi ordularında yer vererek Türklerin askerlik yeteneklerinden yararlanmak istemişlerdir. Bu amaçla Abbasiler kendilerine ait olan Bizans sınırındaki uç vilayetleri (Suriye, Elcezire ve Doğu Anadolu'yu) askeri amaçlı bölge haline getirmişler ve bu bölgelere gönüllü Müslüman Türk akıncılarını yerleştirmişlerdir.  
         9. yüzyıldan itibaren Türk komutanlarının yönetiminde Türklerden oluşan Abbasi orduları, Bizans'a karşı büyük başarılar elde etmişlerdi.
Oğuz kitleleri içinde Kınık boyundan olmalarına rağmen ataları Selçuk Beyin adı ile anılan Selçuklulardan bir kol Tuğrul Bey önderliğinde 1038 yılında Irak ve İran'da Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu kurdu. Etrafta dağınık yaşayan diğer Türk boyları da bu İmparatorluğa katıldı. 
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kurulması ve Türklerin İslam dünyasına hâkim olması İslam medeniyeti ve Müslüman kavimler için büyük bir kazanım oldu.
Anadolu'ya düzenlenen Türk akınlarının artması ve Bizans’a ait üslerin Türklerin eline geçmesi üzerine Bizanslılar 200.000 kişilik büyük bir ordu toplayıp Türklerin üzerine yürüdü. Türk Komutan Alparslan 50.000 kişilik ordusuyla Bizanslıları Malazgirt Ovası'nda karşıladı. Çetin bir savaş sonucunda Bizans ordusu 26 Ağustos 1071 tarihinde çok büyük bir hezimete uğradı.  
Malazgirt savaşı Türkler için önemli bir dönüm noktasıdır ve Türk Tarihinin başlamasına neden olmuştur. Türklerin tarih boyunca kazandığı savaşlardan hiçbiri geleceklerine bu derece etki etmemiştir. Bu savaşla Anadolu'nun kapıları Türklere sonuna kadar açılmıştır.
Anadolu kapılarının Türklere açılması demek aynı zamanda Türklerin İslam dünyasının önderliğini de elde etmesi demekti.
Müslüman Türklerin Anadolu’yu fethederek kendilerine yurt edinmeleri ve İslam dünyasının önderliğini elde etmesi Haçlılar tarafından bir türlü hazmedilemedi ve Müslüman Türklere karşı çok büyük bir kin ve nefret beslemeye başladılar. 
         Bu kin ve nefretle yanıp tutuşan Haçlılar milyonlarca Hıristiyan’ı bir araya toplayarak Müslümanları öldürme aşkıyla ilk haçlı seferini 1096-1099 yılları arasında gerçekleştirdi.
         Bu Haçlı seferi hariç Hıristiyanlar her Haçlı seferinde bozguna uğradılar ve çok büyük kayıplar verdiler. Her başarısız Haçlı seferi Haçlıların Müslümanlara karşı olan kinini daha da artırdı.
         Haçlı seferlerinin düzenlendiği dönemlerde İslamiyet’i temsil eden Türk devletleri siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel alanda her bakımdan Haçlıları temsil eden devletlerden çok daha ileri seviyede idiler.
         Haçlıların Müslümanlar üzerine düzenledikleri seferlerin başarısızlıkla ve hüsranla sonuçlanması Haçlıları taktik değiştirmeye yönlendirdi.
Bu amaçla Müslüman topluluklar arasına ajanlar yerleştirdiler. Müslüman topluluklar içinde yaşayan gözünü maddiyat ya da iktidar hırsı bürümüş kişi, kuruluş, cemaat ve cemiyetlerden kendi çıkarlarına hizmet edecek hainler devşirdiler. Onlar vasıtasıyla Müslüman topluluklar arasına fitne ve fesat sokup onları biri birine düşürdüler, bölüp parçalayıp zayıflatarak kolay bir lokma haline getirdiler.  Zayıflayan Müslüman toplulukları ele geçirip sömürge topluluklar haline getirmek böylece kolay oldu.
Taktikleri sonuç vermişti. Artık Müslüman toplulukların büyük kısmı Haçlıların sömürgesi haline gelmişti. Müslümanlar biri birileriyle çekişmekte, biri birilerine karşı kin ve nefret beslemekte, Haçlılarla uğraşmak yerine biri birileriyle uğraşmaktaydılar. Bu taktik sayesinde Haçlılar seferlerde elde edemedikleri sonuç ve başarıları bu şekilde elde etmeyi başardılar.

Devamı Bir sonraki Yazımız “YILDIZI PARLAYAN TÜRK DEVLETLERİNDE İHANETLER -2’de”

6 Oca 2015

Ölüm vardır, be hey gafil
Sakın meyletme dünyaya!
Kapılma mal-ü emlake
Sakın aldanma hülyaya.
Çalış emr-i ilahi çün
Gücün yettikçe icraya!

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya!

Fani dünya bir köprüdür
Gelen geçer, kimse durmaz!
Hani aba-ü ecdadın
Ne oldu, kimseler sormaz.
Hani annen, baban nerde
Bu dünya kimseye kalmaz.

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya

Ecel çalınca kapını
Durdurma takatin var mı?
Hani hiç ölmem diyenler
Ölümden kurtulan var mı?
Nerde sultanlar, vezirler
Maziden bir nişan var mı?

Gelenler hep sefer eyler
Muhakkak dar-ı ukbaya!
Yüzün dön, iltica eyle
Cenab-ı Zât-ı Mevlaya

29 Ara 2014

Miladî Yılbaşı geldi çattı. Kârıyla zararıyla bir yılı daha geride bıraktık.
Firmalar ve işletmeler kâr-zarar hesabı yapmakla meşgul. Kâr edenler durumlarını değerlendirip önümüzdeki yıl kârlarını daha fazla nasıl artırırlar onun hesabını yapmaktalar. Zarar edenler ise, nerede hata yaptıklarını değerlendirip, ona göre tedbir almakta ve yaptıkları hataları düzeltmek suretiyle gelecek yıl kâra geçmeyi planlamaktalar.
Biz İnsanlar da firmalar ve işletmeler gibi,  kâr-zarar hesabı yapmak durumunda değimliyiz? Zaten çok kısa olan ömrümüzden bir yıl daha eksilmiş oldu. Geçtiğimiz yılı acaba nasıl geçirdik? Kârda mıyız, zararda mıyız diye hep birlikte bir değerlendirme yapalım.
Soralım kendimize! Geçen yıl kaç fakiri sevindirdik? Kaç ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderdik? Kaç yetimin başını okşadık? Kaç dertlinin derdine derman olduk? Karnımızı tıka basa doyururken, çevremizde aç yatan var mı diye hiç araştırdık mı?
Yoksa biz “komşusu aç içen, tok yatan bizden değildir.” diyen Son peygamber Muhammed Mustafa Sallâllah-ü aleyhi ve sellem’in ümmeti değimliyiz?
         Hz. Ömer radıyallah-ü anh, her akşam yatağa yatmadan önce “bu gün Allah (c.c.) için ne yaptın” diye kendini hesaba çekerdi. Onların yolundan gittiğini iddia eden bizler, her akşam kendimizi muhasebeye çekemiyor olsak bile, bari yılda bir kez olsun kendimizi hesaba çekmemiz gerekmez mi?
Geride bıraktığımız koca bir yılın muhasebesini yapmak yerine, “gün senin devran senin” diyerek yeni yıla hoplayarak, zıplayarak, tepinerek mi gireceğiz?
         Ey yeni yıla Hıristiyanlar gibi girme planı yapan kimseler! Şunu unutmayın ki! Resulüllah Sallâllah-ü aleyhi ve sellem “kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” buyurmuştur. (Ebu Davud)
            Hem siz demiyor musunuz? “Yeni yıla nasıl girersek o yıl öyle geçer” diye.  Mademki öyle inanıyorsunuz yeni yıla Allah’ın yasak ettiği sarhoşluk veren içecekleri tüketerek kör kütük sarhoş girmeyiniz.  Girmeyiniz ki, gelecek yıl sizlere hayır getirsin. Eğer Allahın (c.c.) emir ve yasaklarını hiçe sayarak yeni yıla vur patlasın çal oynasın kabilinden Hıristiyanlar gibi girmeyi düşünenler varsa, vay böyle düşünenlerin haline!
Kardeşler hesap günü var. Hem de çok çetin bir hesap günü…
Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  “Azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!.. (Sa’d suresi Ayet: 55-56)
Evet kardeşler! “İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.” Yaşadığımız hayat tarzı, Müslüman’a yakışır bir hayat tarzı olmalı. Aksi takdirde bunun bedelini çok ama çok ağır öderiz.
         Madem Müslüman’ız. Bu günden tezi yok, Hıristiyanların yaşadığı hayat tarzına asla itibar etmemeli ve Müslüman gibi yaşamalıyız. Yarın Allah’ın (c.c.) huzuruna çıktığımızda o gün pişman olmak bize fayda vermeyecek!
         Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor:  Muhakkak ki, sizi yakın bir gelecekte azap var diye uyardık. O gün kişi, kendi elleri ile (yaptığı ve) takdim ettiği şeye bakacak . Ve nankör kişi (kendi kendine) şöyle diyecek: “Ah Keşke ben (insan olacağıma) toprak olsaydım.” (nebe suresi, ayet: 40)
         Kardeşlerim Yüce Kuran’ın öğütlerine kulak verelim. Şu üç günlük geçici dünya zevklerine aldanıp ebedi yurt olan ahiret yurdunu azap yurduna çevirmeyelim.
         Sağlık ve sıhhat ile nice güzel yıllara…

                            Muammer Yeşiltepe 

26 Ara 2014

Sizce, İslamiyet’le tanışmamış bir kimse, biz Müslüman olduğunu iddia eden kimselerin yaşantısına bakarak İslam dinini seçer mi? İslam’la şereflenir mi?
    
Hal bu ki, Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve arkadaşlarının yüce ahlakı, samimiyeti, güvenilirliği, emanete sadakati, alçak gönüllülüğü, insanlara saygı, sevgi ve muhabbeti, ilim ve irfana verdikleri önem ve daha birçok güzel meziyetleri insanların akın akın İslam’la şereflenmesine vesile oluyordu. Zaten öyle de olmalı değil miydi?

Müslüman olmak demek aynı zamanda örnek insan olmak demek değil midir? Madem öyledir,
 Müslüman olmakla iftihar eden bizlere ne oldu da, İslam’ı temsil edemez olduk?
Müslüman olduğumuzu iddia ettiğimiz halde bizi tanıyan, bizimle çeşitli vesilelerle ilişkisi olan kimseler neden bizden etkilenerek İslâm’ı öğrenmek, araştırmak ve Müslüman olmak gibi bir duyguya kapılmıyor?
Böyle bir duyguya kapılmak şöyle dursun,
-“Görüyor musun Müslümanları hepsi böyle işte”
Diyerek bizim şahsımızda tüm Müslümanlara hakaret vâri sözler sarf ediyor?
Müslümanlara yönelik hakaret içeren sözler söylenmesinde bizim ne kadar payımız var hiç düşündük mü?
Şöyle bir düşünelim:Aynı evde yaşadığımız eşimize, çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine karşı olan davranışlarımız konusunda, aynı mahallede yaşadığımız kimselerle olan komşuluk münasebetlerimiz konusunda, aynı işte çalıştığımız iş arkadaşlarımıza karşı olan tutum ve tavırlarımız konusunda, trafikte araç kullanırken diğer araç kullanan kişilere karşı hal ve hareketlerimiz konusunda İslâm’ın bize tavsiye ettiği ölçülere ne kadar riayet ediyoruz?
Acaba davranışlarımız İslam’a ne kadar uygunluk gösteriyor hiç düşündük mü?
Sevgili kardeşlerim! Elhamdülillah biz elbette Müslümanız. Fakat İslam’ın yaşamamızı emrettiği hayat nizamını kendi yaşantımıza adapte edemedik.
Biz Müslüman’ız fakat fertlerle ve toplumla olan münasebetlerimizde, İslam’ın bize emrettiği, tavsiye ettiği kurallara uyum göstermekten aciziz.
Hal böyle olunca da bizim davranışlarımızı ve tutumumuzu gözlemleyenler, yaşantımızın son derece bozuk olduğunu ve medeniyetten epeyce uzak ve kopuk olduğunu görüyor ve Müslüman bir topluluk içinde yaşadığımızdan dolayı da bu hatalı davranışlarımızı İslam’a mâl ediyor. Bu da bize büyük vebal yüklüyor.
İslami bir hayat deyince, sadece iman etmek ve ibadetleri yerine getirmek, yani namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gibi; vazifeler akla gelmemeli.
Dolayısıyla, “İslâm” sadece iman esaslarına inanmak ve ibadetleri yerine getirmekle yaşanmaz. Onlar dinin esasıdır, ancak İslam dini esaslarının diğer mühim bir kısmı da muamelattır.
İslam dininin muamelat kısmı da; insanın diğer insanlarla, hatta hayvanlar, bitkiler ve eşya ile münasebetlerini düzenlemiş ve kurallara bağlamıştır.
İman ve ibadetler konusunda nasıl titiz davranıyorsak, Muamelat konusunda da aynı titizliği ve hassasiyeti göstermek durumundayız.
Eğer İslam’ın muamelât konusundaki, yani beşeri münasebetler konusundaki emir ve tavsiyelerine uygun bir hayat tarzını benimser ve yaşamaya gayret gösterirsek çevremizde yaşayan insanlara da örnek bir yaşam tarzı sergilemiş oluruz. Böylece Müslüman bir kimsenin yaşadığı hayat herkes tarafından takdirle karşılanır ve örnek alınacak bir hayat tarzı ortaya çıkar.
“İslam kâl dini değil hâl dinidir” denilmiştir.
Bu şu demektir ki; sen kendin yapmadığın bir şeyi sadece dil ile başkalarına söylüyorsan, o işi kendin yapmıyorsan, o konuda hâl, hareket ve tavırlarınla başkalarına örnek olmuyorsan boş yere nefesini tüketme demektir. Tam da bu tarif günümüz Müslümanlarına uygun düşüyor değil mi?
Biz hep söylüyoruz ama bir türlü başkalarına tavsiye ettiğimiz şeyleri kendimiz yapmıyoruz.
        Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Bizi bu konuda ikaz ediyor ve
“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?” (Saff Suresi Ayet: 2)  buyuruyor.

O halde islâm dinini sadece iman ve ibadet boyutuyla değil, muamelat boyutuyla da yaşamaya çalışarak Müslümana yakışır bir yaşam tarzını kendi hayatımıza tatbik etmeliyiz ve başkalarına da örnek olmalıyız ki, bizimle uzaktan yakından ilişkisi olan insanlar bizi parmakla göstererek demek ki, islâmiyet insanı mükemmelleştiriyor muş demeli ve bizi örnek almalılar.
Umulur ki bu sayede kalpler islâm'a meyleder ve zulmette olan insanlık nura ve hidayete kavuşur.                Selam ve dua ile…                             Muammer Yeşiltepe


14 Ara 2014

Adana’da kaza geçiren bir işçi, olayı ayrıntılarıyla anlatmak için, şantiye şefine bir mektup yazmış ki, evlere şenlik… İtiraf etmek gerekirse, klasik Karadeniz fıkralarından biri sandım … Ama değilmiş, bire bir gerçek …

“Sayın şantiye şefim, İş kazası tutanağında planlama hatası diye yazmıştım. Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı bilgi istemişsiniz. Şu anda hastanede yatmama neden olan olaylar aynen aşağıdaki gibi olmuştur :

Bildiğiniz gibi ben duvar ustasıyım. İnşaatın 6. katında işimi bitirdiğimde, biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250 kg. olduğunu sandığım bu tuğlaları aşağıya indirmem gerekiyordu. Bunun için bir varil buldum. Ona sağlam bir ip bağladım. 6. kata çıkıp, ipi bir çıkrıktan geçirerek, ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya inip, ipi çekerek varili 6. kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp, tekrar yukarı çıktım. Tüm tuğlaları varile doldurup aşağı indim. Tam ipin ucunu çektim ki, kendimi havalarda buldum. Ben yaklaşık 70 kiloyum. 250 kiloluk varil aşağı düşerken, beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında dolu varille çarpıştık. Sanıyorum sağ iki kaburgam bu sırada kırıldı. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım ise, iple çıkrık arasına sıkıştı. Böylece parmaklarım da kırılmış oldu. O sırada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar yere saçıldı.
Varil hafifleyince, bu kez ben aşağı inmeye, varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı. Can havliyle ipi bırakmayı akıl ettiğimde 3. kat hizasındaymışım ve ipi bırakınca 3. kattan aşağıya düştüm. Sol kaburgalarım, sol el bileğimde o zaman kırıldı sanırım. Başımı yukarı kaldırdığımda ber de ne göreyim, boş varil hızla üzerime doğru geliyor. Kendimi toparlamaya çalıştım ama başaramadım ve varil kafama düştü. Kafatasımın da böylece çatladığını düşünüyorum. Bayılmışım…
Gözümü hastanede açtım...
Allah’ın herkezi böyle kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.

Duvarcı ustanız; Cengiz Sarıgül” 

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar