10 Ağu 2016















Yüce Allah buyurdu “Küffarı dost edinme”
“Onlar her zaman dosttur, ancak birbirlerine”

Ya Rabbi Sen affeyle, yine gaflete daldık
Küffar takıyye yaptı, aldandık bizden sandık

İtiraf ediyoruz, yine biz hata ettik
N’olur bizi bağışla emrini ihmal ettik

Sadaka, fitre zekât, kurban ve himmet derken
Besledik ve büyüttük, onlar her haltı yerken

Onbeş Temmuz gecesi anlayabildik, ancak
Az kalsın düşecekti, burçlardan şanlı sancak

Kâbus dolu bir gece herkes kendi safında
Bizden bildiklerimiz Haçlıların safında

Yağdırıyor hainler füze, bomba ve mermi
Korku bilmeyen kavme, mermi tesir eder mi?

Hoca kelimesine kara bir leke sürdün
Vaaz adı altında domuz gibi böğürdün

Siyonist hain herif, Haçlı köpeği alçak
Bağlı olduğun kapı yüzüne kapanacak

Sırtını sıvazlayan o sahiplerin var ya
İşleri bittiğinde koyacaklar kapıya

O zaman anlasan da artık çok geç olacak
Cehennemin en dibi sana lâyıktır ancak

                                      Muammer Yeşiltepe    10.08.2016

18 Haz 2016



Allah Dostlarından Hacı Cemal Efendi Fatih Camiinde, bir Ramazan gününde vaaz ediyor. Dışarıda oruç tutmayanları, namaz kılmayanları, açık saçık giyinenleri görüyor, onlara bir şeyler demesi lazım, ama direkt olarak bir şey de söylemek istemiyor.
Konuya şöyle giriyor:
Şu Hacı Cemal var ya, bu saf hanımla nasıl yaşayacak, nasıl idare edecek, bilemiyorum."
Diyeceksiniz ki: "
Senin hanım çok mu saf?"
Aman sormayın, o kadar saf, o kadar saf ki, isterseniz bir saflık örneği vereyim de bakın anlayın. Hacı Cemal'in de bu saf hanımla nasıl yaşayacağını siz düşünün.
Efendim, öğle namazından önce abdestimi aldım, cübbemi giydim, kapıya çıktım, buraya vaaza gelmek üzere ayakkabı­larımı giyerken bizim hanım da mutfakta iftarlık yemek hazırlı­yordu. Birden feryadı bastı.
"Eyvah, bu da mı gelecekti başıma?"
Hemen ayakkabılarımı çıkardım, mutfağa doğru koştum. Bak­tım mutfakta bir şey yok.
Dedim ki:
"Hanım, yangın alarmı ve­rir gibi ne bağırıyorsun?, Ne var?"
Dedi ki:
"Görmüyor mu­sun kediyi?"
"Görüyorum, kediye ne olmuş?"
“Daha ne olacak? İftarlık pideleri yiyor" demez mi?
Tepem at­tı.
"Hanım sen de ne kadar cimrisin. İnsan bir pide için bu kadar çığlık atar mı? İşte camiye gidiyorum. Ne kadar pide istersen alır getiririm, hem de tazesinden" deyince, hanım bu sefer saf saf bana baktı, dedi ki:
"İlahi hoca, asıl saf olan sensin! Ben pideye mi acıyorum? Görmüyor musun, şu mübarek Ramazan gününde hayvan oruç tutmuyor,  şapur şupur pide yiyor. Ben hay­vanın oruç yediğine kızıyorum, ona üzülüyorum."
Tepem iyice attı. Ben de dedim ki:
"İlahi hatun sen bilmiyor musun ki, hayvanlar oruç tutmaz, sen bilmiyor musun ki hayvanlar namaz kılmaz, sen bilmiyor musun ki, hayvanlar açık yerlerini örtme ihtiyacı duymazlar"
Cemal Hoca cemaate döner:
“Nasıl bizim bu saf hatuna iyi söylemiş miyim?"
Mesaj alınmıştır, Cemaatte gülüşmeler başlar.
                                              Selam ve dua ile....

16 Haz 2016

BUNU YILDA BİR KEZ MUTLAKA YAPIN
Limon suyu ve sarımsakla yapılan karışım, damar sertlikleri, damar yağlanması, damar tıkanıklıkları ve tansiyon gibi sorunları kalıcı olarak ortadan kaldırıyor.
Türkiye'deki bazı doktorlar da hastalarına bu formülü öneriyor.

EVİNİZDE KENDİNİZ YAPABİLİRSİNİZ
- 2 Litre hiç su katılmamış sıkılmış limon suyu
- 40 diş soyulmuş ve ezilmiş sarımsak (Mümkünse Anadolu'da yetiştirilmiş ithal olmayan sarımsaklardan)

Malzemelerimiz 2 litre limon suyu ve 40 diş sarımsak. Ayrıca ağzı sıkıca kapanabilen, iyice kurulanmış, koyu renk ve cam bir kavanoza ihtiyacımız olacak. Koyu renk kavanoz bulmakta zorlanırsanız, şeffaf bir kavanozu koyu renkli bir kağıtla ya da kumaşla kaplayabilirsiniz. Kavanozu siyah bir poşete koymakta çözüm olabilir. Önemli olan hazırlayacağımız ilacın ışıkla temasını kesmek. Sıra yapım aşamasında:

Öncelikle limonları sirkeli suda bekletip, iyice yıkıyoruz. Orta boy 40 diş sarımsağı (yıkamadan) havanda iyice ezip kavanoza koyuyoruz ve üzerine 2 litre limon suyunu ilave edip kavanozu sıkıca kapatıyoruz. Limonları sıkarken de ışık almayan bir ortamı tercih etmenizi tavsiye ederim. Hatırlayacaksınız; ışık, limonun şifalı özelliklerini hızla yok ediyor. Hazırladığımız bu karışımı her gün çalkalayarak, 25 gün, ılık bir ortamda bekletmek gerekiyor. Adeta şifa iksiri olan doğal ilacımız kullanıma hazır. Her sabah aç olarak yarım çay bardağı içmeye başlayabilirsiniz. Çay bardağına aldıktan sonra kavanozun kapağını hemen kapatmayı unutmayın! Gerek duyarsanız bardağa aldığınız kısmını biraz sulandırarak içebilirsiniz. Önemli olan diğer bir husus da en az yarım saat geçmeden, üzerine bir şey yiyip içmemek. Ayrıca her gün aynı saatte içmek etkiyi arttıracaktır.

YÜZDE 100 KANITLANMIŞ FAYDALARI
1- Tüm damar iltihaplarını (vasküler) tedavi ediyor, tıkanan damarları açıyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu önlüyor.
2- Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağların yakılmasını sağlıyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayı hızlandırıp yağların yakılmasını sağladığı için iştahı açıyor.), vücuttaki şeker oranını dengeliyor, pankreasin yenilemesini sağlıyor.
3- Böbrek ve safra taşlarını eritiyor, idrar söktürüyor, vücuttaki şişkinliği yok ediyor ve dokularda ödem oluşmasını engelliyor.
4- Helycobeacter pylori adlı ülser mikrobunu öldürerek mide ve oniki parmak bağırsağı ülserinin kesin tedavisini yapıyor.
5- Tüm romatizmal iltihabi önleyor, her tür romatizmal ağrıları dindiriyor, kireçlenmeyi önlüyor, eklem yüzeylerinin yenilenmesini sağlıyor ve her türlü ağrıyı kesiyor.
6- Beyin hücreleri ve tüm sinir sistemlerini yeniliyor, sinirdeki aksiyon potansiyelini düzenleyip ileri-refleks hızını artırıyor, felç ve inme riskini azaltıyor.
7- Vücudun bağışıklık sistemini son derece mükemmel hale getiriyor ve her türlü alerjiyi, özellikle de damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden engelliyor. Kanser oluşumlarına karşı tüm vücudu koruyor.

3 Mar 2016

22 Şub 2016

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ اْلعاَلَمِينَ  وَالصَّلآةُ وَالسٍّلاَمُ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ  وَاَوْلَادِهِ  وَأَزْوَاجِهِ  وَأَصْحَابِـهِ  وَأَتْـبَاعِهِ  وَذُرِّيَّاتِـهِ  أَجْمَعِينَ
Hamd âlemlerin Rabbi Allahü Teâlâ'ya mahsustur. Salat ve Selam efendimiz Hz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e onun âline, evladına, ezvacına, ashabına, etba’ına ve cümle zürriyetine olsun 
اَللَّهُمَّ وَارْضَ عَنِ الْخُلَفَاءِ  سَيِّدِنَا اَبِى بَكْرٍ وَعُمَرَ وَعُثْمَانَ وَعَلِىٍّ ذَوِىالصِّدْقِ وَالْوَفَاءِ  وَعَنْ عَشَرَةِ الْمُبَشَّرَةِ وَآلِ بَيْتٍ الْمُصْطَفَى وَعَنِ اْلاَنْصَارِ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالتَّابِعِينَ اِلَى يَوْمِ الْجَزَاءِ
Allah’ım! Sadakat ve vefa sahibi olan, Halife efendilerimiz Ebu Bekir’den, Ömer’den, Osman’dan, Ali’den, Aşere-i Mübeşşereden, Hz. Muhammet Mustafa’nın Ehli Beytinden, Muhacirden, Ensardan, Tabiinden kıyamet gününe kadar razı ol
أَللَّٰـهُمَّ رَبَّـنَا  تَـقَـبَّـلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ  وَتُبْ عَلَيْنَا يَا مَوْلٰــنَآ إِنَّكَ أَنْتَ التَّــوَّابُ الرَّحِيمُ
Ey Allah’ım! Ey Rabbimiz!  Bizden kabûl buyur. Şüphesiz Sen işiten ve bilensin
Ey Mevlâmız! Tevbemizi kabûl eyle, Çünkü Sen tevbeleri kabûl eden ve merhamet edensin
وَاهْدِنَا وَوَفِّقْـنَآ إِلَى الْحَقِّ وَإِلٰى طَرِيقٍ مُسْتَـقِيمٍ  بِـبَـرَكَـةِ الْقُرْأٰنِ الْعَظِيم وَبِحُرْمَـةِ مَنْ أَرْسَلْـتَـهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
Azim olan Kur’ân-ı Kerîm’in bereketi ile ve Alemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamber  efendimiz (s.a.v.) hürmetine bize hidâyet eyle, hakka ve doğru yola ulaşmaya muvaffâk eyle
وَاعْفُ عَـنَّا يَا كَرِيمُ   وَاعْفُ عَـنَّا يَا رَحِيمُ  وَاغْفِرْ لَـنَا ذُنُـوبَـنَا بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ يَآأَكْرَمَ الْاَكْرَمِينَ  وَيَا اَرْحَمَ ارَّاحِمِينَ
Ey Kerîm bizi affeyle, Ey rahim bizi affayle. Ey ikram edenlerin en ikramcısı, ey merhametlilerin en merhametlisi; fazlın ve kereminle günahlarımızı bağışla!
أَللَّٰـهُمَّ اهْدِنَا بِـهِدَايَـةِ الْقُرْأٰنِ  أَللَّٰـهُمَّ اَجِرْنَا مِنَ النِّيرَانِ  أَللَّٰـهُمَّ ارْفَعْ دَرَجَاتِـنَا  وَكَفِّرْعَـنَّا سَيِّأٰتِـنَا  يَا ذَا الْفَضْلِ وَالْاِحْسَانِ
Allâh’ım! Bizi Kur’ânın hidayeti ile hidâyete ulaştır. Allâh’ım! Bizi ateşlerden koru
Ey fazilet ve ihsan sahibi Allâh’ım! Derecelerimizi yücelt ve kusurlarımızı ört
َأَللَّٰـهُمَّ طَهِّرْ قُـلوُبَـنَا  وَاغْفِرْ ذُنُـوبَـنَا   وَاسْتُرْ عُيوُبَـنَا   وَاشْفِ مَرْضَانَا وَارْحَمْ مَوْتَانَا  وَاغْفِرْ أٰبَآءَنَا وَأُمَّـهَاتِـنَا وَاِخْوَانِنَا وَأَخَوَاتِـنَا وَأَوْلَادِنَا وَأَقْرِبَآئِـنَا وَأَحِبَّآئِـنَا وَلِمَنْ كَانَ لَهُ حَقٌّ عَلَـيْـنَا  وَإِلٰي جَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ  أَلْاَحْـيَآءِ مِـنْـهُمْ وَالْاَمْوَاتِ
Allâh’ım! Kalblerimizi temizle, günahlarımızı bağışla, ayıplarımızı ört, hastalarımıza şifâ ver, ölmüşlerimize rahmet eyle,  babalarımızı, analarımızı, erkek ve kardeşlerimizi, çocuklarımızı, akrabâlarımızı, sevdiklerimizi, sâdık dostlarımızı üzerimizde hakkı bulunan kimseleri, bil cümle Mü’min ve Mü’minatı Müslim ve Müslimatı hayatta bulunanları ve vefat etmiş olanları bağışla
أَللَّٰـهُمَّ  أَصْلِحْ دِيـنَـنَا وَدُنْـيَانَا  وَشَتِّتْ شَمْلَ أَعْدَآئِـنَا  وَاحْفَظْ أَهْلَـنَا وَأَمْوَالَـنَا وَبِلَادَنَا وَبِلَادِ اِسْلَامَنَا  يَا اَرْحَمَ ارَّاحِمِينَ اَنْتَ مَوْليناَ فاَنْصُرْناَ عَلىَ الْقَوْمِ الْكاَفِرينَ
Allâh’ım! Dînimizi ve dünyâmızı ıslâh eyle, düşmanlarımızın toparlanmasını dağıt. Ehlimizi, mallarımızı, beldelerimizi ve İslam beldelerini koru. Ey merhametlilerin en merhametlisi Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kâfirler topluluğu üzerine bize yardım et!   
اَللّهُمَّ يَا مُجِيبَ الْمُضْطَرّينَ وَيَا صَريخَ الْمَكْرُوبينَ  اِكْشِفْ عَنَّا هَمَّنَا وَ غَمَّنَا وَ كُرْبَتَنَا فَاِنَّكَ تَرى مَا نَزَلَ بِنَا وَبِالْمُؤْمِنينَ جَميعًا
Ey çaresizlerin duasını kabul eden ve ey darda kalanlara imdat eden Allah'ım, Bizden hüznümüzü, gamımızı sıkıntımızı kaldır. Zira Sen bizim başımıza gelenleri ve bütün müminlerin başına gelenleri görüyorsun
اَلَّلهُمَّ ثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَارْبُطْ عَلَى قُلُوبِنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Allah’ım! Ayaklarımızı sabit kıl, kalplerimize kuvvet ver, kâfir kavme karşı bize yardım et!
اَلّلهُمَّ أَذِلَّ الشِّرْكَ وَالْمُشْرِكِينَ , وَاهْزِمِ أَعْدَاءَنَا وَأَعْدَاءَ الدِّينِ
Allah’ım! Şirki ve müşrikleri rezil et, düşmanlarımızı ve din düşmanlarını hezimete uğrat! 
اَلَّلهُمَّ اخْذِلْ حُكَّامَ الظُّلْمِ وَأَعْوَانَهُمْ وَأَتْبَاعَهُمْ
Allah’ım! Zulmün önderlerini ve onların yardımcılarını ve takipçilerini rüsvâ eyle
اَلَّلهُمَّ أَنْزِلِ الرُّعْبَ فِي قُلُوبِهِمْ وَشَتِّتْ شَمْلَهُمْ وَفَرِّقْ جَمْعَهُم إِنَّكَ أَنْتَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ
Allah’ım kalplerine korku sal, topluluklarını dağıt ve birliklerini parça parça et! Şüphe yok ki Sen mağlup edilmesi imkânsız olansın ve pek kuvvetli olansın
اَلَّلهُمَّ أَعِزَّ الإسْلَامَ وَالمُسْلِمِينَ وَاجْمَعْ كَلِمَتَهُمْ وَوَحِّدْ صُفُوفَهُمْ
Allah’ım! İslam’ı ve Müslümanları güçlendir! Onları bir araya getir, saflarını birleştir
اَلَّلهُمَّ انْصُرِالْإِسْلَامَ وَالْمُسْلِمِينَ الْمُسْتَضْعِفِينَ فِي كُلِّ بِلَادِ الْمُسْلِمِينَ اَللَّهُمَّ اَيِّدْ كَلِمَةَ الْحَقِّ وَالدِّينِ اَللّهُمَّ انْصُرْ مَنْ نَصَر َالدِّينَ  وَاخْذُلْ مَنْ خَذَلَ الْمُسْلِمِينَ
Allah’ım! Müslümanlara ve Müslümanların yaşadığı bütün beldelerdeki zayıf ve savunmasız Müslümanlara yardım et! Allah’ım! Dinimizi ve hak olan davamızı destekle! Allah’ım Dine yardım edene Sen de yardım et, Müslümanları rüsvâ etmek isteyenleri perişan eyle!
اَللّٰهُمَّ انْصُرْ جُيُوشَ الْمُسْلِمِينَ وَعَسَاكِرَ الْمُوَحِّدِينَ وَاكْتُبُ الصِّحَّةَ وَالسَّلَامَةَ وَالْعَافِيَةَ عَلَيْنَا وَعَلَى الْحُجَّاجِ وَالْغُزَاتِ وَ الْمُسَافِرِينَ وَالْمُقِيمِينَ وَالْحَاضِرِينَ وَالْغَائِبِينَ فِى بَرِّكَ وَبَحْرِكَ مِنْ اُمَّةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِمْ أَجْمَعِينَ
Allah’ım! Tevhit askerlerine ve Müslümanların ordularına yardım eyle. Hacıların, gazilerin, misafirlerin, mukimlerin, burada bulunanların, bulunmayanların, denizdekilerin, karadakilerin, bizim ve cümle ümmet-i Muhammed’in üzerine sıhhat, selamet ve afiyet yaz
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينْ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينْ
Selam Peygamberlerin üzerine, Hamd de âlemlerin rabbine olsun
                                                                ÂMİN! 

16 Şub 2016

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selem Şöyle buyurdu:
“Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudî; taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, “Ey müslüman, Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi gel, onu öldür” der. Yalnızca garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Hadis-i şerif, “muttefakun aleyh”dir  Buhârî (v. 256) ve Müslim’in (v. 261) Sahih’lerinde bulunan bir rivâyettir.)

Bu ve buna benzer birçok Hadis-i şerifte Müslümanların Yahudilerle savaşacakları ve Yahudileri mağlup edecekleri açık bir dil ile bildirilmiştir. 
Hadis-i şerifin rivayetindeki ifadeler dikkate alındığı zaman, “ortak anlam ve vurgu olarak” Yahudilerin zulüm ve fesat çıkarmakta çok aşırı davranacakları ve bu sebeple yeryüzünde onlara arka çıkacak herhangi bir milletin kalmayacağı anlaşılmaktadır. Hatta daha ötede onların yapıp ettiklerinden doğal çevre, taşlar, ağaçlar bile iyice rahatsız olacak ve onlar da Yahudilere karşı cephe alacak duruma gelecektir. Yahudiler, Filistin’de bol bulunan dikenli bir ağaç çeşidi olan garkad dışında sığınacak herhangi bir ağaç ya da taş bile bulamayacaklardır. Zulümleri sebebiyle onlara karşı böylesine küresel bir nefret oluşacaktır.
İsrail’in, Ortadoğu halklarına karşı uygulamakta olduğu akıl almaz, sürekli, çok yönlü ve planlı zulüm ve yok etme politikası, kendilerini böyle bir küresel yalnızlığa doğru götürmektedir.
Hadis-i şerifin rivayetindeki ifadeler incelendiğinde ortaya çıkan diğer bir anlam ve vurgu da bu savaşta Müslümanların saldırgan taraf olmayacağı vurgusudur.
Böyle olunca da dünya kamuoyu Yahudilerle Müslümanların savaşında Müslümanları haklı bulacak ve Müslümanları destekleyeceklerdir. Tabi ki, şeytan her zaman kendisine taraftar bulmakta mahirdir ve bu savaşta da bulacaktır.
Günümüzde Yahudilerle dirsek temasında bulunan birçok devlet vardır. Yahudilerle dirsek teması bulunan bu devletler Irak’ı ve Suriye’yi yaşanmaz hale getirmiş ve Yahudi fitnesinin Orta Doğu’yu ateş cehennemine çevirmesine yardım etmişlerdir.
Şu gerçek apaçık ortadadır ki, Yahudilerin Orta Doğuda kurdukları Terörist devlet İsrail bozguna ve ağır bir yenilgiye uğratılıncaya kadar bu fitne ahir zamanın acı bir musibeti olarak devam edecektir.
Lakin eninde sonunda İnananlar galip gelecek, Yahudiler bozguna ve ağır bir yenilgiye uğratılarak top yekûn cehenneme sürüleceklerdir. Yahudiler gibi onlara destek veren Milletler de akıttıkları kanda boğulacaklardır. Çıkarttıkları fitnenin hesabı Yahudilerden ve onların destekçilerinden bir bir sorulacaktır. Mazlumun âhı zalime kâr kalmayacaktır.
Şu biline ki, Yahudi kavmi Hayber'den sürüldü ama bu topraklardan sürülmeyecek, bir daha fitne çıkartmasınlar diye bu topraklara sonsuza dek gömüleceklerdir!
Yeter ki, biz Müslümanlar kendimize gelelim ve inancımız uğruna şehit olmayı şeref bilelim.
Yeter ki, cihadın sembolü olan kılıcı kınından çıkaralım ve tekrar elimize alalım. İşte o zaman; değil bir avuç Yahudi ve onların uşakları, bütün dünya karşımıza çıksa; Bedir’de olduğu gibi, Çanakkale’de olduğu gibi geldiklerine geleceklerine bin pişman ederiz. Akıbetleri de hem dünyada hem ahirette hüsran uğramak olacaktır vesselam…                                                                                  Muammer Yeşiltepe (16.02.2016)

9 Şub 2016

Farz bir namazı vaktinde kılmaya eda, vakti geçtikten sonra kılmaya kaza, bozulan bir namazı tekrar kılmaya da iade denir.
Bir namaz ya bile bile kasten kılınmayıp kazaya bırakılır veya bir özürden dolayı kazaya kalır.
Bir vakit namazı kastî olarak kılmayıp kazaya bırakmak büyük bir günahtır. Böyle bir hareketten uzak durulmalıdır. Bu çeşit bir hatanın işlenmesi durumunda üzerimizde borç olan namaz bir an önce kaza edilmeli, borçtan kurtulmalıdır. Çünkü ölümün ne zaman gelip çatacağı belli olmaz. Ölüm gelir de bizi hazırlıksız yakalarsa, âhirete borçlu olarak gitmiş oluruz.
Vaktinde kılınmayan bir namazın kazasının kılınması ile her ne kadar borçtan kurtulunmuş olunsa da, işlenen günah için ayrıca tevbe istiğfar edip, Allah'tan af dikmek lâzımdır. Bunun için hem kaza, hem de tevbe edilmelidir.
Unutmak, uyku veya meşru bir mazeretten dolayı vaktinde kılınamayan namazlar hatırlandığı anda veya meşru özür geçtikten hemen sonra fazla vakit geçirmeden kaza edilmelidir.
Bazı özürler vardır ki, bu hallerde kılınmayan namazlar daha sonra kaza edilmezler. Kadınların âdet ve lohusalık hali, beş vakit devam eden sar'a veya cinnet hali gibi özürler bu çeşit özürlerdendir. Zaten âdet gören ve lohusa olan kadının namaz kılması caiz olmayıp haramdır.
Vakti içinde kılınmayan beş vakit namazın kazası farz, vitir namazının kazası vacip, sünnetin kazası da sünnettir.  
Kazası sünnet olan, yalnız sabah namazının sünnetidir. İçinde bulunduğumuz günün sabah namazı kazaya kalmış ise o günün öğle vakti öncesindeki kerahat vakti girmeden o günkü sabah namazının farzı da sünneti de kaza edilir. Kazanın kılınması öğle vaktinden sonraya kalınca sünnet kılınmaz, sadece farz kaza edilir.
Zamanında kılınamayan bazı vakit sünnetleri de daha sonra kılınarak kaza edilir.
Meselâ, cemaate yetişmek için öğle namazının ilk sünneti kılınamadığı takdirde, cemaatle farz namaz kılındıktan sonra ilk sünnet ayrıca kılınır ve ardından iki rekât son sünnet kılınarak öğle namazı tamamlanır. Yine cuma namazının ilk sünneti hutbeden önce kılınamadığı takdirde, Cumanın iki rekât farzından sonra kaza edilerek kılınır.
Cemaate yetişmek için iki rekât kılınarak yarıda bırakılmış olan öğlenin ve cumanın ilk sünnetleri de aynen bu şekilde dört rekât olarak kaza edilir. Bu sünnetlerin dışındaki diğer vakit namazlarının sünnetleri kılınmadıkları zamanlar kaza edilmezler.
Meselâ ikindi ve yatsı namazının sünnetleri farzdan önce kılınmadıkları zaman daha sonra kılınmazlar.
Kaza namazları, ne şekilde kazaya kalmış ise aynı şekilde kılınacaktır. Sabah 2, öğle 4, ikindi 4, akşam 3, yatsı 4 ve vitir 3 rekat olarak kaza edilir.
Her namaz için belirli bir zaman veya mekan tayin edilmez. Yani ikindi namazının kazası ikindi vaktinde kılınır diye bir sınır yoktur. Kaza namazını kılarken ikindi namazının yatsıdan önce veya öğlenin sabahtan sonra kılınması gibi bir şartta yoktur. İsteyen istediği zamanda istediği vakitte kaza namazını kılınabilir. Fakat kerahet dediğimiz zamanlarda kılınmamasına dikkat edilmelidir.
Bu vakitler de güneş doğduktan 45 dk sonraya, Güneş batmadan 45 dk. Önceye kadar ve Güneş tam tepede olduğu zaman (öğleye 30 dk. Kala) namaz kılınması hoş görülmemiştir. Bunların dışındaki bütün zamanlarda kaza namazı kılınabilir.
KAZA NAMAZLARI NASIL KILINIR?
Vaktinde kılamadığı için kazaya kalan namazları altı vakti bulan veya altı vakitten daha çok kaza borcu olan bir kimsenin kaza namazları arasında bir sıra takibi yapması gerekmediği gibi, kaza namazları ile vakit namazları arasında da bir sıra takibi yapmasına gerek olmaz. Namaz kılmanın mekruh olduğu üç kerahet vaktinin dışında istediği ve müsait olduğu her zaman kaza namazı kılabilir. Çünkü kaza namazları için belli bir vakit yoktur.
Meselâ, vaktinde kılınamamış olan bir ikindi namazı yatsıdan sonra, bir yatsı namazı da öğleden sonra kılınabilir. Kaza namazlarını kılarken vakti belirlemeye gerek yoktur. Bu çok zor olacağı için kolay olanı yapmak daha uygundur.
Ezan ve kamet vakit namazları için sünnet olduğu gibi, kaza namazları için de sünnettir. Çünkü ezan ile kamet vakitlerin değil, namazın sünneti olduğu için, kaza namazı kılarken de ezan ve kamet okumak sünnet kabul edilmiştir. Birden fazla kaza namazı kılınacaksa, meclis aynı olsun, farklı olsun her bir namaz için ayrı ayrı ezan ve kamet getirilmesi daha faziletli görülmüş ise de, aynı yerde birden fazla kaza kılınacak olduğunda bunların ilkinde bir kere ezan okunup diğerlerinde sadece kamet okunması da yeterlidir.
Şehirde oturanların mahallelerinde ezan okunuyor ve kamet ediliyorsa, ister yalnız olsun, ister cemaatle olsun ezansız ve kametsiz namaz kılmalarında bir kerahet yoktur. Vaktin ezanı okunup bittikten sonra tekrar ezan okumadan kaza veya vakit namazlarını kılabilirler. Fazilet bakımından vakit veya kaza namazlarının ezan ve kametle kılınmaları daha faziletli kabul edilmiştir.
Kaza namazına şöyle niyet edilir: "Niyet ettim Allah rızası için, vaktine yetişip de kılamadığım ilk öğle namazını yahut son öğle namazını kılmaya." Böylece kazaya kalmış olan namazlar, ya ilk kazaya kalmış olanından başlanılmış olur veya en son kazaya kalmış olanından başlanılmış olur ki, her iki halde de belli bir düzene göre geçmiş kaza namazları kılınarak üzerimizde olan kaza namazı borcu azalmış olur.  
Daha kolay olması bakımından "Niyet ettim Allah rızası için üzerimde kazası bulunan en son “veya en ilk” öğle veya ikindi namazının farzını kaza etmeye" şeklinde niyet etmek de yeterlidir.
Kazaya kalmış olan namazların kaç vakit olduğunu kesin olarak bilemeyen kimse, galip tahminine göre hareket eder. Sayı bakımından tam bir tahmin yapılamıyorsa, üzerinde kaza namazı kalmadığı kanaatine varıncaya kadar kılar. Aynı namazları kazaya kalmış olanlar bu namazı cemaatle kılabilirler. Fakat farklı farklı namazların kazasını kılmak isteyen kimseler o kaza namazlarını cemaat halinde kılmayıp; ayrı ayrı kılmaları gerekir.
Kaza namazlarını, mümkünse evde kılmayı tercih etmelidir. Şayet bu namazlar mazeretsiz olarak kazaya bırakılmışsa bir günah sayılacağından bunu teşhir etmek uygun değildir.                                        


Selam ve dua ile    (Muammer Yeşiltepe)   

Bu hükümler Hanefi mezhebine mensup kişiler için geçerlidir.
Bu yazıda Ehl-i Sünnete mensup Hanefi fıkıh âlimlerinin görüşleri aktarılmıştır.

28 Oca 2016

Peygamberimiz (s.a.v.)’in adı anıldığında O’na salat ve selam göndermenin fazileti ve ahirette Peygamberimizin (s.a..v) şefaatine vesile olacağı konusunda Ehl-i Sünnet alimleri görüş birliği içerisindedir.
Resulullah’a (s.a.v.) salat ve selam göndermek çok hayırlı ve mübarek bir iştir. Bunu çok yapanın Allah (c.c.) ahirette mevkisini yükseltir.
Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerine göre, Resulullahın (s.a.v.) adı anıldığında O’na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum kalırlar.
Kur’an-ı Kerimde: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na tam bir teslimiyetle salat ve selam edin!.." Buyruluyor.  (Ahzap Suresi, ayet: 56)

Bu ayeti delil alan Ehl-i Sünnet âlimlerine göre; Kişinin ömründe bir defa salavat getirmesi farzdır.
Peygamberimizin (s.a.v.) ismini duyan kişinin ilk duyuşunda salavat getirmesi vaciptir.

Aynı yerde Efendimizin (s.a.v.) ismi tekrarlanırsa, ilk salavattan sonraki salavatları getirmesi ise sünnettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir keresinde minbere çıkarken, Bir adım çıktı, "Amin.." dedi; Bir adım daha çıktı, yine "Amin.." dedi; Bir adım daha çıktı, yine "Amin.." dedi.
Hutbesi bittikten sonra: Sahabeyi kiram "Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman amin dediniz, her adımınızda bunu tekrar neden söylediniz?" diyerek sebebini sordular.
Efendimiz (s.a.v.): "Cebrail (a.s.) geldi ve “Annesi, babası veya sadece onlardan biri hayattayken onlara ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa ona yazıklar olsun, burnu yerde sürtünsün!” dedi, ben de amin dedim.” 

            "Yine Cebrail(a.s.): “Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmez ise; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!” dedi.  Ben de ona amin dedim."

"Yine Cebrail(a.s.): “Ramazana eriştiği halde bir insan, ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, ramazan gelmiş-geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa, yazıklar olsun o kula!.. Onun burnu yerde sürünsün!"' diye  dua etti.  Ben de ona amin dedim” buyurdu.
(Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998, Riyad- 1/338;   Taberanî-evsat- h. no: 8994; Bezzar, h. no: 1405; Mecmau’z-zevaid, 10/164)  

Peygamber Efendimizden  (s.a.v.) salavat hakkında bir birkaç hadis-i şerif daha aktaralım.

"Yanında ben anıldığım halde üzerime salavat getirmeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün hakarete uğrasın."  (Tirmizi, Nevevî)

"Kıyamet günü bana en yakın olanınız ve şefaatime hak kazananınız, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)

"Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah bu yüzden ona on misli mağfiret eder." 
(Ebu Davud)

“Asıl cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salavat getirmeyendir.” (Tirmizi)

Bu vesile ile biz de Efendimiz sallallahü aleyhi ve selem’e bir kez daha salavat getirelim.

ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMED 
                          
                            Selam ve dua ile,                                      
                                                               Muammer Yeşiltepe  (28.01.2016)

26 Oca 2016

Gözün haramdan korunması farzdır. Buna erkeklerin de kadınların da dikkat etmesi gerekmektedir.
Birbirleriyle evlenmelerinde dinî bakımdan sakınca olmayan erkek ve kadın birbirlerine nâ mahremdirler. Nâ mahrem kişilerin zorunlu olmadıkça tek başlarına bir araya gelmeleri dinimizce uygun değildir.  
Geçimini temin etmek için çalışmak zorunda kalma gibi bir sebeple veya alış-veriş gibi sebeplerle bir araya gelme durumu hâsıl olursa; aynı ortamda bulunma, konuşma ve muhatap olma gibi zorunlu ilişkilerde nâ mahrem olan kişiler bakışlarını kontrol altında tutmalılar ve birbirileriyle göz göze gelmemeye dikkat etmelidirler. Şayet dikkatsizlik sebebiyle ve istemedikleri halde göz göze gelmişlerse, bakışlarını edeple birbirilerinden kaçırmaları gerekmektedir.
Bir zaruret olmaksızın bakışlarını devam ettirmeleri, karşı tarafa dikkatli, kasıtlı ve alımlı bakmaları yasaklanmıştır.  
Ayet-i Kerimede Allah celle celalühü şöyle buyurmaktadır: “(Ey Resûlüm!) Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah, (onların) yapmakta oldukları şeylerden hakkıyla haberdardır.” (Nur Suresi, Ayet: 30)  
Zaruret halindeki iletişimlerde erkek ve kadının dikkat etmesi gereken hususlar vardır.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mahremi olmayan kimi kadınlara selam verdiğini ya da onların selamını aldığını gösteren uygulama örnekleri vardır.
Bu örnekler göz önüne alındığında bir erkeğin bir kadınla selamlaşmasına; o kadınla bir akrabalık bağı bulunması yahut bir iş veya bir ihtiyaç nedeniyle bir araya gelme zorunluluğunun bulunması ya da kadınların topluluk halinde olması durumunda cevaz verilmiştir.
Bir erkeğin kendisine nikâhı düşebilen yabancı bir kadınla; bir kadının da baba, kardeş ve amcaları gibi mahremleri sayılan erkeklerin dışında diğer erkeklerle tokalaşması caiz görülmemektedir.
Bu hususta Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in nasıl hareket ettiği bizim için şaşmaz bir ölçüdür. Efendimiz (s.a.v.), kendisine bîat için gelen sahabî hanımlara şöyle buyurmuşlardır:
“Ben kadınlarla tokalaşmam.” (Neseî, İbni Mâce)
Aişe (r.a) validemiz:
"Vallahi Allah Rasûlünün eli aslâ bir kadının eline değmedi. O kadınlarla sözle biatleşti." demiştir. (Kurtubî)
Bir kadının bir erkekle iletişim kurmasında zaruret var ise hem kadının hem de erkeğin gerek giyim gerekse davranış biçimi konusunda dikkatli olması gerekmektedir. Bu hususa dikkat edilmediği takdirde birbirine meyilli yaratılmış olan kadın ve erkeğin nefsanî arzularının devreye girme ihtimali vardır. Bu ihtimal sebebiyle de fitne çıkma olasılığı yüksektir. Çünkü nefis ve şeytan boş durmamakta ve insan için daima hile ve tuzak hazırlamaktadırlar.  
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:  
"Bir erkekle (yabancı) bir kadın baş başa kaldığında onların üçüncüsü şeytandır. (şeytan mutlaka aralarına girer ve fitneye sebep olur) "(Tirmizî  "Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 2165)
Dinimizde bir erkeğin bir kadına, bir kadının da bir erkeğe sürekli bakması şehvet sayılmıştır. Bir Müslüman’ın şehvetle bakabileceği kişi sadece kendi eşidir.  
Elbette insan yolda, çarşıda, pazarda yürürken gözü kapalı veya başı eğik yürüyemez. Böyle olunca da erkeğin kadını, kadının da erkeği görmesi kaçınılmazdır. Eğer bir erkeğin gözünün iliştiği kişi bir kadın ise gözlerini ondan hemen çevirmeli, o hanıma uzun süre bakmamalıdır. Bu kadın içinde durum aynıdır. Bakışı devam ettirmek şehvet nazarıyla bakış olarak algılanacağından İslami kurallara, İslami örf ve adetlere uygun değildir ve bu bakış yasaklanmıştır.
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali'ye (r.a):
"Ya Ali! Bir hanımla karşılaştığında ona arka arkaya bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakışa hakkın yoktur." Buyurmuştur. (Tirmizî)
Yabancı erkekle yabancı kadının aynı ortamda bulunmasının zararlarından birisi de her iki tarafın kalbinin birbirine meyletmesi sebebiyle birbirilerine âşık olmaları ihtimalidir. Aynı ortamda bulunmanın uzun süre devam etmesi durumunda ise bu ihtimal daha da yüksek hale gelir.  
 Böyle olunca da aile yuvalarının yıkılması, evliliklerin harap olması gibi kötü sonuçlar ortaya çıkabilir.
Nitekim birçok erkeğin kalbi, çalışma ortamdaki bir hanıma meyletmiş bu durum sebebiyle erkek evini ihmal etmiş ve yuvasının yıkılmasına sebep olmuştur. Yine birçok kadın da aynı sebepten dolayı kocasını ihmal etmiş ve aile yuvasının yıkılmasına sebep olmuştur.  Daha vahimi nice boşanma olayı; aynı ortamda bulunan erkek veya kadının haram ilişkilere tevessül etmesi sebebiyle meydana gelmiştir. Bu haram ilişkinin meydana gelmesine neden olan başlıca sebep, erkek ve kadınının aynı ortamda bir arada olmaları durumudur.
Bunun içindir ki İslâm şeriatı, kutsal olan aile yuvasını koruma altına almak için yabancı erkekle yabancı kadının aynı ortamda bir arada bulunmasını “haram olan bir fiili işlemeye götüren sebep” olarak görmüş ve bu durumu zorunlu haller dışında yasaklamıştır.
Bizler Müslüman olarak tutum ve davranışlarımızın İslam’a uygun olup olmadığını değerlendirmek, eğer değilse İslam’a uygun hale getirerek ona göre yapmak zorundayız.
Aksi takdirde Allahın emirlerine boyun eğmemiş ve ona itaat etmemiş sayılırız. Şeytanın nefsimize hoş gösterdiği İslam’a uygun olmayan davranışlar sebebiyle hesabımız çok çetin ve sonumuz hüsran olabilir. Allah cümlemizi muhafaza buyursun ve sonu hüsran olan bedbaht kullardan eylemesin. Hesabı kolay olan bahtiyar kullardan eylesin. Âmin!

                                                                     Muammer Yeşiltepe  (26.01.2016)

23 Oca 2016

Evet, insanlar çıldırmış olmalı… Bu cümleyi yanlışlıkla falan yazmış değilim. İnsanlar gerçekten çıldırmış olmalı.!
Kendi kendimize bir soralım. Yolda yürürken, trafikte seyrederken, işimizde, evimizde, velhasıl gündelik yaşamın her safhasında muhataplarımızla karşılıklı ilişkilerimiz ne kadar olumlu?
Tutum ve davranışlarımız ne kadar normal? Acaba olması gereken gibi mi, yoksa olmaması gereken gibi mi?
Bu soruya evet, olması gereken gibi davranıyoruz cevabı verilebilir miyiz?
Eğer cevabımız; hayır ise, işte sorun tam da burada.
         Bu durumu biraz karikatürize edelim:
Mesela yolda yürürken bir kişi dalgınlıkla üstümüze geldi ve bizimle çarpıştı ve (özür dileme babında) pardon dedi. Tepkimiz nasıl olur sizce.. Pardon çıktı ayılar bollaştı.. der miyiz? Bilmiyorum sizi de maalesef birçoğumuz böyle söyler…
         Ya trafikte seyrederken; diyelim ki, iki araç çarpıştı. Tepkimiz nasıl olur? İki taraf arabadan iner, beyzbol sopaları ya da levyeler elde, kimin gücü kime yeterse, vur patlasın çal oynasın.. Yok, ben böyle davranmıyorum diyenler olacaktır.. Elbette herkes böyle davranmıyor olabilir ama böyle davrananlar azımsanamayacak kadar çok değil mi sizce?
         Bu örnekleri evimizde, işimizde, sosyal çevremizde, en çok da sosyal medyada yaşamıyor muyuz?         
Dünyada devletler arasında, Milletler arasında, kavimler arasında, inançlar arasında, kültürler arasında durum tıpa tıp aynı değil mi?
Herkes asabî. Herkes biri birine karşı kötü davranıyor. İnsanların biri birlerine karşı davranışlarında anlayış, sevgi, saygı, hürmet, muhabbet, hak hukuk gibi kavramlar yok olmuş durumda değil mi?
Maalesef birey olarak bizler, hep karşımızdaki kişi bize karşı saygılı olsun istiyoruz. İyi de biz karşımızdaki kişiye saygı göstermez isek o kişiden nasıl saygı bekleriz? Biz önce kendimiz adam gibi adam olmalıyız ki, karşımızdaki de bizi adam gibi adam görsün.
PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.v.) KİŞİ KİŞİNİN AYNASIDIR DER!..
Bir gün Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) arkadaşlarıyla otururken Ebû Leheb meclise giriyor ve Efendimize;
- Yâ Muhammed birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlayamadım.
- Doğru söylüyorsun Ya Ebû Leheb.
- Herhalde dünyanın en çirkini sensin.
- Haklısın Ya Ebû Leheb.
Biraz sonra Hz. Ali (radıyallahü anh) içeri giriyor ve şöyle diyor.
- Yâ Rasülallah bu dünyada senden güzelini göremedim.
- Doğru söylüyorsun Yâ Ali.
- Sana baktıkça içime huzur doluyor.
- Doğru söyledin Yâ Ali.
Mecliste bulunan ve bu konuşmalara şahit olan sahabe:
- Yâ Resûlallâh, biraz önce Ebû Leheb geldi “Ne kadar çirkinsin” dedi “Doğru söylüyorsun” dediniz; şimdi Ali geldi “Ne kadar güzelsiniz.” dedi, O’na da “Doğru söylüyorsun” dediniz. Hikmeti nedir? diye sorunca..
Efendimiz de: “Kişi kişinin aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür” Buyurdular.
Demek ki bizler nasıl isek karşımızdaki kişiyi öyle görürüz. Bizler örf, adet, gelenek ve göreneklerine yabancı, kaba saba, kavgacı, şiddete meyilli bireyler olunca, sanki bu bir virüsmüş gibi toplumun tamamına bulaşıyor ve tüm toplumu etkiliyor. Hatta bu virüs öyle bir hale geliyor ki dünyanın tamamını etkisi altına alıyor.
         Bu iş böyle olunca da gücü yeten gücü yeteni eziyor ve güçlü olan zayıf olana yaşam hakkı tanımıyor.
İşte günümüzde güç bakımından zayıf kalmış Ortadoğu ve Afrika coğrafyasındaki durum..!
bu coğrafyanın her karış toprağında zulüm, acı, kan ve gözyaşı var.
Peki bu durum nasıl düzelecek ve bunun bir reçetesi var mı acaba?
Olsa gerek! Çünkü insanoğlunun bir yaratıcısı var ve o insanı reçetesiz bırakmamış.
Basit bir mekanik aletin ya da herhangi bir elektronik aletin kullanım kılavuzu olur da insanoğlunun kullanım kılavuzu olmaz mı? Var elbette…  
O halde hemen insanoğlunun kullanım kılavuzu olan Kur’an-ı Kerime bir bakalım.
“İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onlar insanı korurlar.” RA'D Suresi: ayet 11
Ne diyor kullanım kılavuzumuz? İnsanı koruyanlar var ve onlar insanı Allahın emriyle korurlar.
Madem insanı koruyanlar var. Biz neden korunmuyoruz o halde?
Devam edelim kullanım kılavuzumuza bakmaya…
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” RA'D Suresi: ayet 11’in devamı…
Demek ki, korunmamız için durumumuzu iyi yönde değiştirmemiz lazım.
Peki değiştiremez ya da nefsimize ağır geldiği için değiştirmek istemezsek sonuç ne olur? Kullanım kılavuzunda o da yazıyor. Hele bir bakalım.
“Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilmez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” RA'D Suresi: ayet 11’in sonu.
İşte burada tehdit var. Demek ki, durumumuzu değiştirmez ve kendimizi iyi yönde düzeltmez isek, Allah kendini düzeltmeyenlere, kötülük isabet ettirecek ve o kötülük geri de çevrilmeyecekmiş. Kendini düzeltmeyen kimselere Allah, yardımcı da olmayacakmış…
Reçeteye baktık ve gördük ki, önce kendimizi iyi yönde düzeltmek zorundayız. Kendimizi düzelttiğimiz zaman Allah da bizim durumumuzu düzeltecek. Durumumuz düzelince de Allah bizim için kötülük dilemeyecek ve bize kötülük isabet etmeyecek. Bize kötülük yapmak isteyenlere de Allah fırsat vermeyecek. Kendini düzeltenin durumunu Allah da düzeltecek ve durumunu düzelttiği kuluna da yardım edecek.
Nitekim Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor.  “İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.” Rum Suresi: ayet 47…
Demek ki, hak ve adaletten kopmayan, işlerinde doğruluktan ayrılmayan kişinin Yardımcısı Allah’tır. Yardımcısı Allah olanın zaferi mutlaktır.  
Peygamber Efendimiz (sav) tüm hayatı boyunca Müslümanlara örnek olmuş ve ümmetine sadece Allah’tan yardım dilemelerini şöyle hatırlatmıştır:
“…Bir şey isteyince Allah’tan iste. Yardım talep edeceksen Allah’tan yardım dile. Zira kullar… Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için bir araya gelseler buna muktedir olamazlar.”
         Allahın yardımı sizlerin, bizlerin ve tüm Müslümanların üzerine olsun.
Selam ve dua ile…                               Muammer Yeşiltepe (23.01.2016)

22 Oca 2016

Ne hikmettir bu Ya Rab! Hain kaynıyor ülke
Tam da kucak açmışken, mazlumlara Türkiye
Koca bir asır geçti, süründükçe süründük
Emekledik, doğrulduk, ha kalktık ha yürüdük

Derken doğrulacaktık, bu kem gözlere battı
Üç beş kuruş uğruna, hain vatanı sattı

Kim bilir ne uğruna, taşeronluk yaptılar
Dünyevî menfaate, dinlerini sattılar

Çukur ötesi çukur, daha alçak seviye
Ne haysiyet ne şeref, tümü oldu tesviye

Din kisvesi altında, şeytanla iş tuttular
Mahşerde sorulacak, hesabı unuttular

Maşalık ettikleri, o eller kırılacak
Tüm bunların hesabı, bire bir sorulacak

Sizler ilk değilsiniz, bu son da olmayacak
Yapılan ihanetler, yapana kalmayacak

Tutmadı tutmayacak, dünyada nisabınız
Elbette görülecek, ukbada hesabınız  
                                     Muammer Yeşiltepe

                                            22.01.2016

2 Oca 2016

Ülkemizde terör, cinayet, fuhuş, hırsızlık, her türlü alavere dalavere kol geziyor ve asayiş bir türlü sağlanamıyor. Bu gidişle de asayişin sağlanabileceği muhtemel görünmüyor.
Neden mi? Çünkü asayişi sağlasın diye devleti emanet ettiğimiz bazı yöneticiler, bir kısım idareciler ve birçok memur maaşını aldığı bu devlete ihanet edebiliyor. Görevini kötüye kullanabiliyor. Hatta devlet terörle savaşırken bu kimseler teröre destek verebiliyor. Yardım ve yataklık yapabiliyor. Dahası da var. Devletin insanları irşat etsin diye görevlendirdiği imam kılıklı bir hain çıkıyor medya önüne, devlet düşmanlarının propagandasını yapabiliyor, kendi devletine ise hakaretler yağdırabiliyor.
Anlayacağınız at izi it izine karışmış. Yok yok yanlış söyledim! At izini it izinden ayırmak kolay olur. İt izi, kurt izi, çakal izi birbirinin içine girmiş, ayırt edebilene aşk olsun!..
Peki bu işten nasıl kurtulacağız? Her iki tarafına da pislik bulaşmış bu değneği nasıl tutup temizleyeceğiz?
Bu soruyu, Osmanlıda yaşandığı rivayet edilen bir olayı hatırlatarak cevaplamaya çalışalım.

Bir zamanlar İstanbul’da; cinayet, fuhuş, adam yaralama, tecavüz almış başını yürümüş.
Vali ne yaptıysa, bir türlü güvenliği sağlayamamış. Bir taraftan da padişah sıkıştırıyormuş valiyi. Vali baktı gördü olacak gibi değil, İstanbul’u terk etmeye karar vermiş.
Sıradan birisi gibi giyinmiş. Tarlalardan, bağlardan, bahçelerden, tenha yerlerden yürüyerek Güngören sırtlarına varmış. Bakmış ki, bir çoban orada koyun otlatıyor. Selam kelamdan sonra Vali “ne olacak bu İstanbul’un hali” diye mırıldanmış. “Ne varmış İstanbul’un halinde” demiş çoban. Vali olan biteni anlatınca, çoban demiş ki, “beni İstanbul’a vali yapsalar, iki günde şehri düzeltirim”
Vali “Nasıl düzelteceksin söyle bakalım” demiş.
Çoban “Söylemem, yetkim olursa nasıl düzelteceğimi gösteririm” demiş.
Vali “yönetim kademesinde hatırı sayılır dostlarım var. Yetkiyi sana verdiririm”  demiş.
İki gün sonra çoban çıka gelmiş ve konuştuğu adamın vali olduğunu görünce, buyurun sayın valim geldim demiş.
Vali iki günlüğüne yetkiyi devretmiş çobana ve “Artık iki günlüğüne vali sensin, düzelt bakalım nasıl düzelteceksin?” İstanbul’un durumunu demiş çobana.
Yetkiyi alan çoban, derhal talimat vermiş. “İstanbul’u yöneten ne kadar müdür, amir, şef, komutan varsa hepsi falan çayırda toplansın” Zeytinburnu’nda (şimdiki Metro istasyonunun yakınlarında) bir çayırda toplamış hepsini ve tek sıra halinde dizmiş çayıra.
Çoban emir vermiş. “Sıyırın donlarınızı aşağıya”
Baktı ki, kimse aldırış etmiyor. “Vurun birini” diye emretmiş. Bir kişiyi vurdurup delik deşik ettirince, işin ciddiyetini anlayan idareciler anında indirmişler donlarını.
Bir de ne görsünler; 100 kişiden 70’i sünnetsiz.
Çoban bu sünnetsizleri adamakıllı çırptırmış ve hepsini görevden almış. Yerlerine Anadolu yiğitlerinden Müslüman idarecileri görevlendirmiş. Hakikaten kısa sürede İstanbul’da asayiş sağlanmış.
Bu olay dilden dile anlatılmış ve o çayırın adı Çırpıcı Çayırı olmuş.

Ne dersiniz? Böyle bir çobana ülkemizin de ihtiyacı yok mu?

Devlet terörle savaşıyor ama teröristler devletin tepesinde mecliste cirit atıyor. Çıkmayacak mı böyle bir çoban?
Ben inanıyorum ki, böyle ferasetli, cesaretli, kelle koltukta, yeri geldiğinde Allahtan başkasına eyvallah etmeyen, deyim yerindeyse halk nazarında deli Hak nazarında veli biri veya birileri bu çoban gibi davranarak bu pislikten devleti de milleti de kurtarabilir.
         Yeter ki, o kişiler bulunsun ve tam yetki ile yetkilendirilsin!...
SELAM VE DUA İLE
                                                       Muammer Yeşiltepe

                                                               02/01/2016

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar