9 Şub 2016

Farz bir namazı vaktinde kılmaya eda, vakti geçtikten sonra kılmaya kaza, bozulan bir namazı tekrar kılmaya da iade denir.
Bir namaz ya bile bile kasten kılınmayıp kazaya bırakılır veya bir özürden dolayı kazaya kalır.
Bir vakit namazı kastî olarak kılmayıp kazaya bırakmak büyük bir günahtır. Böyle bir hareketten uzak durulmalıdır. Bu çeşit bir hatanın işlenmesi durumunda üzerimizde borç olan namaz bir an önce kaza edilmeli, borçtan kurtulmalıdır. Çünkü ölümün ne zaman gelip çatacağı belli olmaz. Ölüm gelir de bizi hazırlıksız yakalarsa, âhirete borçlu olarak gitmiş oluruz.
Vaktinde kılınmayan bir namazın kazasının kılınması ile her ne kadar borçtan kurtulunmuş olunsa da, işlenen günah için ayrıca tevbe istiğfar edip, Allah'tan af dikmek lâzımdır. Bunun için hem kaza, hem de tevbe edilmelidir.
Unutmak, uyku veya meşru bir mazeretten dolayı vaktinde kılınamayan namazlar hatırlandığı anda veya meşru özür geçtikten hemen sonra fazla vakit geçirmeden kaza edilmelidir.
Bazı özürler vardır ki, bu hallerde kılınmayan namazlar daha sonra kaza edilmezler. Kadınların âdet ve lohusalık hali, beş vakit devam eden sar'a veya cinnet hali gibi özürler bu çeşit özürlerdendir. Zaten âdet gören ve lohusa olan kadının namaz kılması caiz olmayıp haramdır.
Vakti içinde kılınmayan beş vakit namazın kazası farz, vitir namazının kazası vacip, sünnetin kazası da sünnettir.  
Kazası sünnet olan, yalnız sabah namazının sünnetidir. İçinde bulunduğumuz günün sabah namazı kazaya kalmış ise o günün öğle vakti öncesindeki kerahat vakti girmeden o günkü sabah namazının farzı da sünneti de kaza edilir. Kazanın kılınması öğle vaktinden sonraya kalınca sünnet kılınmaz, sadece farz kaza edilir.
Zamanında kılınamayan bazı vakit sünnetleri de daha sonra kılınarak kaza edilir.
Meselâ, cemaate yetişmek için öğle namazının ilk sünneti kılınamadığı takdirde, cemaatle farz namaz kılındıktan sonra ilk sünnet ayrıca kılınır ve ardından iki rekât son sünnet kılınarak öğle namazı tamamlanır. Yine cuma namazının ilk sünneti hutbeden önce kılınamadığı takdirde, Cumanın iki rekât farzından sonra kaza edilerek kılınır.
Cemaate yetişmek için iki rekât kılınarak yarıda bırakılmış olan öğlenin ve cumanın ilk sünnetleri de aynen bu şekilde dört rekât olarak kaza edilir. Bu sünnetlerin dışındaki diğer vakit namazlarının sünnetleri kılınmadıkları zamanlar kaza edilmezler.
Meselâ ikindi ve yatsı namazının sünnetleri farzdan önce kılınmadıkları zaman daha sonra kılınmazlar.
Kaza namazları, ne şekilde kazaya kalmış ise aynı şekilde kılınacaktır. Sabah 2, öğle 4, ikindi 4, akşam 3, yatsı 4 ve vitir 3 rekat olarak kaza edilir.
Her namaz için belirli bir zaman veya mekan tayin edilmez. Yani ikindi namazının kazası ikindi vaktinde kılınır diye bir sınır yoktur. Kaza namazını kılarken ikindi namazının yatsıdan önce veya öğlenin sabahtan sonra kılınması gibi bir şartta yoktur. İsteyen istediği zamanda istediği vakitte kaza namazını kılınabilir. Fakat kerahet dediğimiz zamanlarda kılınmamasına dikkat edilmelidir.
Bu vakitler de güneş doğduktan 45 dk sonraya, Güneş batmadan 45 dk. Önceye kadar ve Güneş tam tepede olduğu zaman (öğleye 30 dk. Kala) namaz kılınması hoş görülmemiştir. Bunların dışındaki bütün zamanlarda kaza namazı kılınabilir.
KAZA NAMAZLARI NASIL KILINIR?
Vaktinde kılamadığı için kazaya kalan namazları altı vakti bulan veya altı vakitten daha çok kaza borcu olan bir kimsenin kaza namazları arasında bir sıra takibi yapması gerekmediği gibi, kaza namazları ile vakit namazları arasında da bir sıra takibi yapmasına gerek olmaz. Namaz kılmanın mekruh olduğu üç kerahet vaktinin dışında istediği ve müsait olduğu her zaman kaza namazı kılabilir. Çünkü kaza namazları için belli bir vakit yoktur.
Meselâ, vaktinde kılınamamış olan bir ikindi namazı yatsıdan sonra, bir yatsı namazı da öğleden sonra kılınabilir. Kaza namazlarını kılarken vakti belirlemeye gerek yoktur. Bu çok zor olacağı için kolay olanı yapmak daha uygundur.
Ezan ve kamet vakit namazları için sünnet olduğu gibi, kaza namazları için de sünnettir. Çünkü ezan ile kamet vakitlerin değil, namazın sünneti olduğu için, kaza namazı kılarken de ezan ve kamet okumak sünnet kabul edilmiştir. Birden fazla kaza namazı kılınacaksa, meclis aynı olsun, farklı olsun her bir namaz için ayrı ayrı ezan ve kamet getirilmesi daha faziletli görülmüş ise de, aynı yerde birden fazla kaza kılınacak olduğunda bunların ilkinde bir kere ezan okunup diğerlerinde sadece kamet okunması da yeterlidir.
Şehirde oturanların mahallelerinde ezan okunuyor ve kamet ediliyorsa, ister yalnız olsun, ister cemaatle olsun ezansız ve kametsiz namaz kılmalarında bir kerahet yoktur. Vaktin ezanı okunup bittikten sonra tekrar ezan okumadan kaza veya vakit namazlarını kılabilirler. Fazilet bakımından vakit veya kaza namazlarının ezan ve kametle kılınmaları daha faziletli kabul edilmiştir.
Kaza namazına şöyle niyet edilir: "Niyet ettim Allah rızası için, vaktine yetişip de kılamadığım ilk öğle namazını yahut son öğle namazını kılmaya." Böylece kazaya kalmış olan namazlar, ya ilk kazaya kalmış olanından başlanılmış olur veya en son kazaya kalmış olanından başlanılmış olur ki, her iki halde de belli bir düzene göre geçmiş kaza namazları kılınarak üzerimizde olan kaza namazı borcu azalmış olur.  
Daha kolay olması bakımından "Niyet ettim Allah rızası için üzerimde kazası bulunan en son “veya en ilk” öğle veya ikindi namazının farzını kaza etmeye" şeklinde niyet etmek de yeterlidir.
Kazaya kalmış olan namazların kaç vakit olduğunu kesin olarak bilemeyen kimse, galip tahminine göre hareket eder. Sayı bakımından tam bir tahmin yapılamıyorsa, üzerinde kaza namazı kalmadığı kanaatine varıncaya kadar kılar. Aynı namazları kazaya kalmış olanlar bu namazı cemaatle kılabilirler. Fakat farklı farklı namazların kazasını kılmak isteyen kimseler o kaza namazlarını cemaat halinde kılmayıp; ayrı ayrı kılmaları gerekir.
Kaza namazlarını, mümkünse evde kılmayı tercih etmelidir. Şayet bu namazlar mazeretsiz olarak kazaya bırakılmışsa bir günah sayılacağından bunu teşhir etmek uygun değildir.                                        


Selam ve dua ile    (Muammer Yeşiltepe)   

Bu hükümler Hanefi mezhebine mensup kişiler için geçerlidir.
Bu yazıda Ehl-i Sünnete mensup Hanefi fıkıh âlimlerinin görüşleri aktarılmıştır.

28 Oca 2016

Peygamberimiz (s.a.v.)’in adı anıldığında O’na salat ve selam göndermenin fazileti ve ahirette Peygamberimizin (s.a..v) şefaatine vesile olacağı konusunda Ehl-i Sünnet alimleri görüş birliği içerisindedir.
Resulullah’a (s.a.v.) salat ve selam göndermek çok hayırlı ve mübarek bir iştir. Bunu çok yapanın Allah (c.c.) ahirette mevkisini yükseltir.
Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerine göre, Resulullahın (s.a.v.) adı anıldığında O’na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum kalırlar.
Kur’an-ı Kerimde: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na tam bir teslimiyetle salat ve selam edin!.." Buyruluyor.  (Ahzap Suresi, ayet: 56)

Bu ayeti delil alan Ehl-i Sünnet âlimlerine göre; Kişinin ömründe bir defa salavat getirmesi farzdır.
Peygamberimizin (s.a.v.) ismini duyan kişinin ilk duyuşunda salavat getirmesi vaciptir.

Aynı yerde Efendimizin (s.a.v.) ismi tekrarlanırsa, ilk salavattan sonraki salavatları getirmesi ise sünnettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir keresinde minbere çıkarken, Bir adım çıktı, "Amin.." dedi; Bir adım daha çıktı, yine "Amin.." dedi; Bir adım daha çıktı, yine "Amin.." dedi.
Hutbesi bittikten sonra: Sahabeyi kiram "Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman amin dediniz, her adımınızda bunu tekrar neden söylediniz?" diyerek sebebini sordular.
Efendimiz (s.a.v.): "Cebrail (a.s.) geldi ve “Annesi, babası veya sadece onlardan biri hayattayken onlara ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa ona yazıklar olsun, burnu yerde sürtünsün!” dedi, ben de amin dedim.” 

            "Yine Cebrail(a.s.): “Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmez ise; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!” dedi.  Ben de ona amin dedim."

"Yine Cebrail(a.s.): “Ramazana eriştiği halde bir insan, ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, ramazan gelmiş-geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa, yazıklar olsun o kula!.. Onun burnu yerde sürünsün!"' diye  dua etti.  Ben de ona amin dedim” buyurdu.
(Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998, Riyad- 1/338;   Taberanî-evsat- h. no: 8994; Bezzar, h. no: 1405; Mecmau’z-zevaid, 10/164)  

Peygamber Efendimizden  (s.a.v.) salavat hakkında bir birkaç hadis-i şerif daha aktaralım.

"Yanında ben anıldığım halde üzerime salavat getirmeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün hakarete uğrasın."  (Tirmizi, Nevevî)

"Kıyamet günü bana en yakın olanınız ve şefaatime hak kazananınız, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)

"Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah bu yüzden ona on misli mağfiret eder." 
(Ebu Davud)

“Asıl cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salavat getirmeyendir.” (Tirmizi)

Bu vesile ile biz de Efendimiz sallallahü aleyhi ve selem’e bir kez daha salavat getirelim.

ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMED 
                          
                            Selam ve dua ile,                                      
                                                               Muammer Yeşiltepe  (28.01.2016)

26 Oca 2016

Gözün haramdan korunması farzdır. Buna erkeklerin de kadınların da dikkat etmesi gerekmektedir.
Birbirleriyle evlenmelerinde dinî bakımdan sakınca olmayan erkek ve kadın birbirlerine nâ mahremdirler. Nâ mahrem kişilerin zorunlu olmadıkça tek başlarına bir araya gelmeleri dinimizce uygun değildir.  
Geçimini temin etmek için çalışmak zorunda kalma gibi bir sebeple veya alış-veriş gibi sebeplerle bir araya gelme durumu hâsıl olursa; aynı ortamda bulunma, konuşma ve muhatap olma gibi zorunlu ilişkilerde nâ mahrem olan kişiler bakışlarını kontrol altında tutmalılar ve birbirileriyle göz göze gelmemeye dikkat etmelidirler. Şayet dikkatsizlik sebebiyle ve istemedikleri halde göz göze gelmişlerse, bakışlarını edeple birbirilerinden kaçırmaları gerekmektedir.
Bir zaruret olmaksızın bakışlarını devam ettirmeleri, karşı tarafa dikkatli, kasıtlı ve alımlı bakmaları yasaklanmıştır.  
Ayet-i Kerimede Allah celle celalühü şöyle buyurmaktadır: “(Ey Resûlüm!) Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah, (onların) yapmakta oldukları şeylerden hakkıyla haberdardır.” (Nur Suresi, Ayet: 30)  
Zaruret halindeki iletişimlerde erkek ve kadının dikkat etmesi gereken hususlar vardır.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mahremi olmayan kimi kadınlara selam verdiğini ya da onların selamını aldığını gösteren uygulama örnekleri vardır.
Bu örnekler göz önüne alındığında bir erkeğin bir kadınla selamlaşmasına; o kadınla bir akrabalık bağı bulunması yahut bir iş veya bir ihtiyaç nedeniyle bir araya gelme zorunluluğunun bulunması ya da kadınların topluluk halinde olması durumunda cevaz verilmiştir.
Bir erkeğin kendisine nikâhı düşebilen yabancı bir kadınla; bir kadının da baba, kardeş ve amcaları gibi mahremleri sayılan erkeklerin dışında diğer erkeklerle tokalaşması caiz görülmemektedir.
Bu hususta Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in nasıl hareket ettiği bizim için şaşmaz bir ölçüdür. Efendimiz (s.a.v.), kendisine bîat için gelen sahabî hanımlara şöyle buyurmuşlardır:
“Ben kadınlarla tokalaşmam.” (Neseî, İbni Mâce)
Aişe (r.a) validemiz:
"Vallahi Allah Rasûlünün eli aslâ bir kadının eline değmedi. O kadınlarla sözle biatleşti." demiştir. (Kurtubî)
Bir kadının bir erkekle iletişim kurmasında zaruret var ise hem kadının hem de erkeğin gerek giyim gerekse davranış biçimi konusunda dikkatli olması gerekmektedir. Bu hususa dikkat edilmediği takdirde birbirine meyilli yaratılmış olan kadın ve erkeğin nefsanî arzularının devreye girme ihtimali vardır. Bu ihtimal sebebiyle de fitne çıkma olasılığı yüksektir. Çünkü nefis ve şeytan boş durmamakta ve insan için daima hile ve tuzak hazırlamaktadırlar.  
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:  
"Bir erkekle (yabancı) bir kadın baş başa kaldığında onların üçüncüsü şeytandır. (şeytan mutlaka aralarına girer ve fitneye sebep olur) "(Tirmizî  "Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 2165)
Dinimizde bir erkeğin bir kadına, bir kadının da bir erkeğe sürekli bakması şehvet sayılmıştır. Bir Müslüman’ın şehvetle bakabileceği kişi sadece kendi eşidir.  
Elbette insan yolda, çarşıda, pazarda yürürken gözü kapalı veya başı eğik yürüyemez. Böyle olunca da erkeğin kadını, kadının da erkeği görmesi kaçınılmazdır. Eğer bir erkeğin gözünün iliştiği kişi bir kadın ise gözlerini ondan hemen çevirmeli, o hanıma uzun süre bakmamalıdır. Bu kadın içinde durum aynıdır. Bakışı devam ettirmek şehvet nazarıyla bakış olarak algılanacağından İslami kurallara, İslami örf ve adetlere uygun değildir ve bu bakış yasaklanmıştır.
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali'ye (r.a):
"Ya Ali! Bir hanımla karşılaştığında ona arka arkaya bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakışa hakkın yoktur." Buyurmuştur. (Tirmizî)
Yabancı erkekle yabancı kadının aynı ortamda bulunmasının zararlarından birisi de her iki tarafın kalbinin birbirine meyletmesi sebebiyle birbirilerine âşık olmaları ihtimalidir. Aynı ortamda bulunmanın uzun süre devam etmesi durumunda ise bu ihtimal daha da yüksek hale gelir.  
 Böyle olunca da aile yuvalarının yıkılması, evliliklerin harap olması gibi kötü sonuçlar ortaya çıkabilir.
Nitekim birçok erkeğin kalbi, çalışma ortamdaki bir hanıma meyletmiş bu durum sebebiyle erkek evini ihmal etmiş ve yuvasının yıkılmasına sebep olmuştur. Yine birçok kadın da aynı sebepten dolayı kocasını ihmal etmiş ve aile yuvasının yıkılmasına sebep olmuştur.  Daha vahimi nice boşanma olayı; aynı ortamda bulunan erkek veya kadının haram ilişkilere tevessül etmesi sebebiyle meydana gelmiştir. Bu haram ilişkinin meydana gelmesine neden olan başlıca sebep, erkek ve kadınının aynı ortamda bir arada olmaları durumudur.
Bunun içindir ki İslâm şeriatı, kutsal olan aile yuvasını koruma altına almak için yabancı erkekle yabancı kadının aynı ortamda bir arada bulunmasını “haram olan bir fiili işlemeye götüren sebep” olarak görmüş ve bu durumu zorunlu haller dışında yasaklamıştır.
Bizler Müslüman olarak tutum ve davranışlarımızın İslam’a uygun olup olmadığını değerlendirmek, eğer değilse İslam’a uygun hale getirerek ona göre yapmak zorundayız.
Aksi takdirde Allahın emirlerine boyun eğmemiş ve ona itaat etmemiş sayılırız. Şeytanın nefsimize hoş gösterdiği İslam’a uygun olmayan davranışlar sebebiyle hesabımız çok çetin ve sonumuz hüsran olabilir. Allah cümlemizi muhafaza buyursun ve sonu hüsran olan bedbaht kullardan eylemesin. Hesabı kolay olan bahtiyar kullardan eylesin. Âmin!

                                                                     Muammer Yeşiltepe  (26.01.2016)

23 Oca 2016

Evet, insanlar çıldırmış olmalı… Bu cümleyi yanlışlıkla falan yazmış değilim. İnsanlar gerçekten çıldırmış olmalı.!
Kendi kendimize bir soralım. Yolda yürürken, trafikte seyrederken, işimizde, evimizde, velhasıl gündelik yaşamın her safhasında muhataplarımızla karşılıklı ilişkilerimiz ne kadar olumlu?
Tutum ve davranışlarımız ne kadar normal? Acaba olması gereken gibi mi, yoksa olmaması gereken gibi mi?
Bu soruya evet, olması gereken gibi davranıyoruz cevabı verilebilir miyiz?
Eğer cevabımız; hayır ise, işte sorun tam da burada.
         Bu durumu biraz karikatürize edelim:
Mesela yolda yürürken bir kişi dalgınlıkla üstümüze geldi ve bizimle çarpıştı ve (özür dileme babında) pardon dedi. Tepkimiz nasıl olur sizce.. Pardon çıktı ayılar bollaştı.. der miyiz? Bilmiyorum sizi de maalesef birçoğumuz böyle söyler…
         Ya trafikte seyrederken; diyelim ki, iki araç çarpıştı. Tepkimiz nasıl olur? İki taraf arabadan iner, beyzbol sopaları ya da levyeler elde, kimin gücü kime yeterse, vur patlasın çal oynasın.. Yok, ben böyle davranmıyorum diyenler olacaktır.. Elbette herkes böyle davranmıyor olabilir ama böyle davrananlar azımsanamayacak kadar çok değil mi sizce?
         Bu örnekleri evimizde, işimizde, sosyal çevremizde, en çok da sosyal medyada yaşamıyor muyuz?         
Dünyada devletler arasında, Milletler arasında, kavimler arasında, inançlar arasında, kültürler arasında durum tıpa tıp aynı değil mi?
Herkes asabî. Herkes biri birine karşı kötü davranıyor. İnsanların biri birlerine karşı davranışlarında anlayış, sevgi, saygı, hürmet, muhabbet, hak hukuk gibi kavramlar yok olmuş durumda değil mi?
Maalesef birey olarak bizler, hep karşımızdaki kişi bize karşı saygılı olsun istiyoruz. İyi de biz karşımızdaki kişiye saygı göstermez isek o kişiden nasıl saygı bekleriz? Biz önce kendimiz adam gibi adam olmalıyız ki, karşımızdaki de bizi adam gibi adam görsün.
PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.v.) KİŞİ KİŞİNİN AYNASIDIR DER!..
Bir gün Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) arkadaşlarıyla otururken Ebû Leheb meclise giriyor ve Efendimize;
- Yâ Muhammed birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlayamadım.
- Doğru söylüyorsun Ya Ebû Leheb.
- Herhalde dünyanın en çirkini sensin.
- Haklısın Ya Ebû Leheb.
Biraz sonra Hz. Ali (radıyallahü anh) içeri giriyor ve şöyle diyor.
- Yâ Rasülallah bu dünyada senden güzelini göremedim.
- Doğru söylüyorsun Yâ Ali.
- Sana baktıkça içime huzur doluyor.
- Doğru söyledin Yâ Ali.
Mecliste bulunan ve bu konuşmalara şahit olan sahabe:
- Yâ Resûlallâh, biraz önce Ebû Leheb geldi “Ne kadar çirkinsin” dedi “Doğru söylüyorsun” dediniz; şimdi Ali geldi “Ne kadar güzelsiniz.” dedi, O’na da “Doğru söylüyorsun” dediniz. Hikmeti nedir? diye sorunca..
Efendimiz de: “Kişi kişinin aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür” Buyurdular.
Demek ki bizler nasıl isek karşımızdaki kişiyi öyle görürüz. Bizler örf, adet, gelenek ve göreneklerine yabancı, kaba saba, kavgacı, şiddete meyilli bireyler olunca, sanki bu bir virüsmüş gibi toplumun tamamına bulaşıyor ve tüm toplumu etkiliyor. Hatta bu virüs öyle bir hale geliyor ki dünyanın tamamını etkisi altına alıyor.
         Bu iş böyle olunca da gücü yeten gücü yeteni eziyor ve güçlü olan zayıf olana yaşam hakkı tanımıyor.
İşte günümüzde güç bakımından zayıf kalmış Ortadoğu ve Afrika coğrafyasındaki durum..!
bu coğrafyanın her karış toprağında zulüm, acı, kan ve gözyaşı var.
Peki bu durum nasıl düzelecek ve bunun bir reçetesi var mı acaba?
Olsa gerek! Çünkü insanoğlunun bir yaratıcısı var ve o insanı reçetesiz bırakmamış.
Basit bir mekanik aletin ya da herhangi bir elektronik aletin kullanım kılavuzu olur da insanoğlunun kullanım kılavuzu olmaz mı? Var elbette…  
O halde hemen insanoğlunun kullanım kılavuzu olan Kur’an-ı Kerime bir bakalım.
“İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onlar insanı korurlar.” RA'D Suresi: ayet 11
Ne diyor kullanım kılavuzumuz? İnsanı koruyanlar var ve onlar insanı Allahın emriyle korurlar.
Madem insanı koruyanlar var. Biz neden korunmuyoruz o halde?
Devam edelim kullanım kılavuzumuza bakmaya…
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” RA'D Suresi: ayet 11’in devamı…
Demek ki, korunmamız için durumumuzu iyi yönde değiştirmemiz lazım.
Peki değiştiremez ya da nefsimize ağır geldiği için değiştirmek istemezsek sonuç ne olur? Kullanım kılavuzunda o da yazıyor. Hele bir bakalım.
“Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilmez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” RA'D Suresi: ayet 11’in sonu.
İşte burada tehdit var. Demek ki, durumumuzu değiştirmez ve kendimizi iyi yönde düzeltmez isek, Allah kendini düzeltmeyenlere, kötülük isabet ettirecek ve o kötülük geri de çevrilmeyecekmiş. Kendini düzeltmeyen kimselere Allah, yardımcı da olmayacakmış…
Reçeteye baktık ve gördük ki, önce kendimizi iyi yönde düzeltmek zorundayız. Kendimizi düzelttiğimiz zaman Allah da bizim durumumuzu düzeltecek. Durumumuz düzelince de Allah bizim için kötülük dilemeyecek ve bize kötülük isabet etmeyecek. Bize kötülük yapmak isteyenlere de Allah fırsat vermeyecek. Kendini düzeltenin durumunu Allah da düzeltecek ve durumunu düzelttiği kuluna da yardım edecek.
Nitekim Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor.  “İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.” Rum Suresi: ayet 47…
Demek ki, hak ve adaletten kopmayan, işlerinde doğruluktan ayrılmayan kişinin Yardımcısı Allah’tır. Yardımcısı Allah olanın zaferi mutlaktır.  
Peygamber Efendimiz (sav) tüm hayatı boyunca Müslümanlara örnek olmuş ve ümmetine sadece Allah’tan yardım dilemelerini şöyle hatırlatmıştır:
“…Bir şey isteyince Allah’tan iste. Yardım talep edeceksen Allah’tan yardım dile. Zira kullar… Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için bir araya gelseler buna muktedir olamazlar.”
         Allahın yardımı sizlerin, bizlerin ve tüm Müslümanların üzerine olsun.
Selam ve dua ile…                               Muammer Yeşiltepe (23.01.2016)

22 Oca 2016

Ne hikmettir bu Ya Rab! Hain kaynıyor ülke
Tam da kucak açmışken, mazlumlara Türkiye
Koca bir asır geçti, süründükçe süründük
Emekledik, doğrulduk, ha kalktık ha yürüdük

Derken doğrulacaktık, bu kem gözlere battı
Üç beş kuruş uğruna, hain vatanı sattı

Kim bilir ne uğruna, taşeronluk yaptılar
Dünyevî menfaate, dinlerini sattılar

Çukur ötesi çukur, daha alçak seviye
Ne haysiyet ne şeref, tümü oldu tesviye

Din kisvesi altında, şeytanla iş tuttular
Mahşerde sorulacak, hesabı unuttular

Maşalık ettikleri, o eller kırılacak
Tüm bunların hesabı, bire bir sorulacak

Sizler ilk değilsiniz, bu son da olmayacak
Yapılan ihanetler, yapana kalmayacak

Tutmadı tutmayacak, dünyada nisabınız
Elbette görülecek, ukbada hesabınız  
                                     Muammer Yeşiltepe

                                            22.01.2016

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar