24 Nis 2014

“Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zariyat 56) “Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebut 45) Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına ermiş her insan için farz olan beş vakit namaz, insanı insan olma mertebesine erdiren, yegane dini vazifelerinden biridir.
Namaz; madde ötesi bir varlık olan ve alem-i ervahtan gelen ruhun, madde ötesi alemlerde manevi feyizler ve ruhsal zevklerle huzur bulması ve tatmin olması demektir. Namaz; peygamberler ve evliyaların Allah (cc) yolunda manevi ve ruhani yolculuğudur. Namaz; manevi alemlere yücelmenin anahtarıdır. Namaz; insanın Allah(cc) katındaki değerini ortaya koyan ve nefsini bilmesine yardımcı olan ibadettir. Namaz; dünyevi işlerden kurtulup, ibadetin zirvesine ulaşmak ve Allah’a (cc) gerçek kul olmanın hazzını yaşamaktır. Namaz; imanın en açık belirtisi, en büyük ilahi emirdir. Namaz; ibadetlerin özü, kulun Yaratanına en yakın olduğu manevi iklimdir. Namaz; topraktan gelen insanoğlunun tekrar toprağa dönüşünün simgelenişi, onur ve tevazunun birleşmesi, peygamber efendimize olan sevgi, vefa ve bağlılığın tezahürüdür. Namaz; gaflet perdelerinin parçalanması, ruhsal zevklerin doruğuna çıkılması demektir. Namaz; nefsin her türlü fuhşiyattan kurtulup dış organlarımızla beraber günahtan arınmak için sarıldığımız can simididir. Namaz; nefsani güçlerin harekete geçmesini önleyen ilahi bir teminattır. Namaz; İlahi emirle insanı her türlü kötülük ve günahtan koruyan manevi bir kalkandır. Namaz; insanı Cehennemden koruyan, Cennet’e ve Cemalullah’a ulaşmasını sağlayan, ebedi kurtuluşun anahtarıdır. Namaz; günahlardan korunmakta ve günahların imhası yönünde en etkili ve güvenli silahtır. Namaz; küçük günahları eriten ve yok eden en etkili manevi temizliktir. Namaz; her an Allah’ı (cc) hatırlatan, emir ve yasaklarını bildiren, imandan sonra bütün ibadetlerin aslı ve kökenidir. Namaz; kainatın zikir halkasına dahil olup tüm varlıklarla birlikte Allah’ı(cc) tesbih, hamd ve tekbir ile zikretmektir. Namaz; Alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) tahiyyeler sunmak, birliğini ilan etmek ve kulluğunu kabul etmektir. Namaz; Müslümanların birbirlerinin dualarına ortak olması demektir. Namaz; günahlardan, cehennem ve korkunç azaptan koruyan en sağlam kalkandır. Namaz; dinin direği olan, dünyada ruhsal huzuru ve ahirette cenneti bahşeden en güzel ibadettir. Namaz; gelecek kaygısı taşımadan, kadere iman etmek, yalnızca Allah’a (cc) güvenip tevekkül etmektir. Namaz; ruhsal yapıyı güçlendirmesi yanında ,ruhsal yapıyı da zamanla bozan fiziksel yapıyı dengeleyen, bedenleri ve ruhları tatmin eden en kapsamlı ibadettir. Namaz; Allah’a (cc), resulüne, ve kendine duyduğun saygının tezahürüdür. Namaz; insanın Rabbine azami derecede yaklaştığı, o nisbette de manen büyüdüğü ve yüceldiği bir görevdir. Namaz; Allah’ın (cc) huzurunda kalbin huşu ve korku ile dolduğu, dilin Allah’ı (cc) andığı, bedenin O’na azami derecede tazim ve saygı gösterdiği en güzel bir ibadettir. “Namaz kötülüklere engeldir.” (Ankebut 29/45). “Namaz mü'minin mîracıdır.”(Yunus 10) 04/03/2014 Kamil Çakır
Allah’ü Teâlâ’ya (c.c.) hamd-ü sena ve O’nun Habib’i Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) salat-ü selam olsun. “İlim öğrenmenin önemi” ile ilgili yazımızı, Amelsiz ilmin sahibine bir faydası olmayacağını belirterek noktalamıştık. Peki ilim ile amel nasıl olmalı? Sevgili kardeşlerim, biz ilim ile amel etmek deyince bunu hep ibadetlerdeki amel diye algılıyoruz. Evet ilim ile amelin bu kısmı da var, ama sadece bir kısmı bu. Elbette ki, dinimizi en iyi şekilde öğreneceğiz.
İman hakkında, itikat hakkında, amel hakkında ilim tahsil etmeye elbette ki ihtiyaç var ve bunu en iyi şekilde öğrenmek her Müslüman’ın vazifesidir. Çünkü nasıl iman edeceğiz? İbadetlerimizi nasıl yapacağız?  Bunları öğrenmek her Müslüman için mutlaka gereklidir. Namaz kılarken kıraati yanlış okumamak için Kura’n-ı - kerim ilmi tahsil etmeye ve o ilimle amel etmeye ihtiyacımız var. Gusül nasıl yapılır, abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, imanın şartları nelerdir, islamın şartları nelerdir bu ilimleri öğrenmek ve öğrendiklerimizle amel etmek muhakkak ki lazım. Birde ilimle amel etmenin başka boyutu var. Şimdi o konuyu ele alalım. Diyelim ki, dini değil de dünyevî ilim tahsil ettik, bu ilmin ameli olmaz mı? Buna cevap verebilmek için amelin ne anlama geldiğine bir bakalım. Amel, kelime manası olarak; yapılan iş, çalışma, bir emri veya vazifeyi yerine getirme anlamına gelir. Dini bakımdan manası ise; insanın bu dünyada  ahireti ilgilendiren konularda yapmış olduğu davranışlar demektir. Zaten yapılan her işi ahirette karşılığı ne olur diye düşünerek yaparsak, yaptığımız o iş ibadet sayılmaz mı?   
Bir kişi okusa, öğretmen olsa, bu kişinin ilmiyle amel etme gibi bir sorumluluğu yokmudur? Yetiştirdiği öğrencilere milli eğitim müfredatındaki dersleri öğretmekle mükellef olduğu kadar, öğrencilerine öğrendikleri bu ilimleri insanlığın menfaatine, ülkenin menfaatine, Müslümanların menfaatine kullanmaları gerektiğini, hakk ve hakikat ile hareket etmeleri gerektiğini öğretmekle mükellef değimlidir? Bu şekilde davranması ilmiyle amel etmesi anlamına gelmez mi? Aksi bir davranış sergilerse, bunun vebali yokmudur?
Bir kişi okusa hakim olsa,  kişinin ilmiyle amel etme gibi bir sorumluluğu yokmudur? Verdiği hükümlerde haklı kim, haksız kim diye çok titiz bir inceleme ve araştırma yapmakla mükellef değimlidir? Her zaman haklının yanında olması ve daima haksızlığın karşısında olması gerekmez mi? Bu şekilde hareket etmesi ilmiyle amel etmesi anlamına gelmez mi? Haklının hakkını savunma yerine, bir meşrebin, bir mezhebin yada bir sivil toplum kuruluşunun menfaatini önde tutarak hareket etmesi düşünülebilirmi? Böyle davrandığı takdirde bu davranışının bir vebali yokmudur?
Bu örnekleri dahada çoğaltabiliriz. İşin özü her konuda her alanda ilim sahibi olan ve bu ilim sayesinde makam ve mevki sahibi olmuş kişiler ilmiyle amel ederken sadece dünyevi menfaatleri göz önünde bulundurmayarak, bunun ahirette de bir karşılığı olacağını akıldan çıkarmadan hareket etmelidir. Her konuda Allah’ın (c.c.) rızasını ön planda tutmalıdır. Sanki Allah’ı (c.c.) görüyor gibi hareket etmelidir. Zira onlar Allah’ı (c.c.) görmeseler de Allah (c.c.) onları görüyor. Şu ayeti kerimeyi akıldan çıkarmamak gerekir. “Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir. ( Hud Suresi 123. ayet)
Rabbim cümlemizi bütün işlerin O’na döndürüleceğini bilerek hareket eden bahtiyar kullarından eylesin. Amin…                                                                                       01/03/2014 - Muammer Yeşiltepe
Allahü Teâlâ’ya (c.c.) hamd-ü sena ve O’nun Habîbî Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) salat-ü selam olsun. İslam ilme büyük önem vermiş ve kadın erkek her Müslümana  ilim öğrenmeyi farz kılmıştır. İnsan oğlunun dünyada kendi ihtiyaçlarını ve aile fertlerinin  ihtiyaçlarını karşılamak için ve geçimini temin etmek için bilgi ve beceri sahibi olması nasıl gerekli ise,
kendine hayat nizamı olarak seçtiği dinini öğrenmesi de  en az onun kadar gerekli ve mecburî bir sorumluluktur. İnsanın yaratılış gayesi kulluk olduğuna göre, insan kime kul olmalı ve nasıl kulluk yapmalı bunu en iyi şekilde öğrenmek zorundadır. Ayrıca sorumluluğu altında bulunan aile fertlerinin de bu ilimleri öğrenmelerini sağlamalı ve bu konuda da azami gayret sarfetmelidir. Çünkü ilim öğrenmeye önem vermeyen topluluklar Allaha (c.c.) kul olacağı yerde bir takım canlı cansız varlıkları kendilerine ilah edinme gibi yanlış ve batıl inançlara sapmışlar kendilerine putlar edinmişler, kendilerini ve aile fertlerini sonu ebedi hüsran olan yanlış yollara sürüklemişlerdir. Zîra islamın ilk emri  “Rabbinin adı ile oku…) emridir. (Alâk suresi ayet 1) Okumak, öğrenmek,ilim sahibi olmak Allah’ın (c.c.) emridir. Bir başka ayet-i kerimede ise “Rabbim benim ilmimi artır de,” buyruluyor. (Taha suresi ayet 114)  Bu ayet-i kerimedende anlaşılacağı üzere demekki insan, ben okudum öğrendim bu kadar yeter dememeli ve ilmini artırmak için çaba sarf etmelidir. Ayrıca öğrendiği ilmi başkalarına aktararak ilmin yayılmasına ve insanığın bu ilimden istifade etmesine gayret göstermelidir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu hususu önemle tavsiye etmişlerdir.
Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor. "Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir ki; birincisi, Allah'ın (c.c.) kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;  İkincisi ise, Allah'ın (c.c.) kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse."  (Buhari – Müslim - Tirmizi – İbni mace)   
            Bu hadis-i şerifte, kendisine verilen ilimle yerli yerince hükmeden diye bir ibare geçiyor. Peki bu ne anlama geliyor?  Diyelim ki ilim öğrendik, başkalarına da öğrettik, bu bizim için yeterlimidir? Öğrenilen ilim niçin öğrenilmelidir? İlim öğrenmekteki amacımız ne olmalıdır? Öğrendiğimiz ilimle amel etmezsek, o ilmi yerli yerinde kullanmazsak bize herhangi bir yararı olurmu? Bunları iyi düşünüp ilmi niçin öğreneceğimizi, öğrendiğimiz ilimden nasıl istifade edeceğimizi iyi kavrayıp ona göre hareket etmemiz gerektiğini bilmemiz lazımdır.
Öğrenilen ilimde amaç, sadece bilgi edinmek değildir,  aynı zamanda o ilimle amel etmek de gereklidir. Mesela siz balın güzel bir şey olduğunu ve pek çok yararları bulunduğunu ne kadar bilirseniz biliniz, eğer ondan tatmamışsanız, veya gereği kadar yememişseniz size bir faydası dokunacağını düşünebilirmisiniz?  İşte ilimde böyledir. Ne kadar öğrenirseniz öğreniniz, öğrendiğinizle amel etmezseniz size bir faydası olmayacaktır. Yunus emre ne güzel söylemiş.
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin.
Ya nice okumaktır?

Okumaktan mana ne?
Kişi Hak’kı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin.
Ha bir kuru emektir.
Yunus Erme’nin de dediği gibi okumaktan maksat kendini bilmektir. Hak’kı bilmektir. Yaratılış gayesini bilmektir. Bildiklerini insanlığın hizmetine sunmaktır. Ve en önemlisi de ilmiyle amel etmektir.
Allah (c.c.) gereği gibi ilim öğrenmeyi ilmimizle amel etmeyi cümlemize nasip etsin…  Amin…

                                                                                                  28/02/2014 - Muammer Yeşiltepe
Ebû Hüreyre radıyallahü anh’den anlatılır: Resûlüllah aleyhisselâm şöyle buyurdu: Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir:
Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah, kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer. O da, bunlara nail olduğunu itiraf eder. Bunun üzerine Allah kendisine: Bu mazhar olduğun nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da: Senin yolunda şehîd oluncaya kadar savaştım, cevabını verir.
 Allahü Teâlâ: Yalan söylüyorsun; sen «yiğit» desinler diye savaştın ve sana «yiğit» dediler de, der. Sonra meleklerin kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır.
İkincisi, ilim tahsil edip başkasına da öğreten ve Kur’ân okuyan kimsedir ki, bu da Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilmiş olan nimetleri bir bir sayar ve önüne serer. O da bunları tasdik eder. Ve Allah kendisine: Bu eriştiğin nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da: İlim tahsil ettim, ilmi başkasına öğrettim ve senin rızan için Kur’ân okudum, diye karşılık verir. Allah kendisine: Yalan söylüyorsun, sen ilmi, «alim» desinler diye öğrendin. Kur’ân’ı da «güzel Kur’ân okuyan kişi» desinler diye okudun. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır.
Üçüncüsü de, Allah’ın kendisine bolluk verdiği, malların her çeşidini ihsan ettiği kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilen nimetleri karşısına çıkarır. O da bütün bunların kendisine verildiğini kabul eder ve Allah sorar: Şu nail olduğun nimetlerle ne yaptın? der. O da: Verilmesini istediğin ne kadar yer varsa, hep o yerlerde ve o yolda dağıttım, diye cevap verir, Allahü Teâlâ: Yalan söylüyorsun. Sen bütün bunları kendine «ne cömerd adam!» dedirtmek için yaptın. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere onu almalarını emreder. Ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır.       (Müslim, Tirmizî, Nesei)
Duanın Kelime manası “çağırmak, seslenmek, istemek,sığınmak” Olarak tarif edilmiştir. İslâm literatüründe ise “Kulun,Allah’ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesi, O’ndan sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardım dilemesidir.”(1). Dua istemektir; O halde istemeye yüzümüz olması gerektiğini asla unutmamalıyız Dua,ihtiyacın ‘O’na arz edilmesidir,
tek çârenin O’ olduğu bilinciyle. İsteklere cevabın sadece O’ndan geleceğinin farkında olmaktır Her ibadette aslolan kulluktur. Yani,Allah’ın emirlerini, yine O’nun istediği şekilde yerine getirme bilincidir. Kulluk ise ancak bilinçli yapıldığında anlam bulur. Peygamberimiz s.a.v. ‘Dua ibadetin ta kendisidir’(2) Diye buyurarak, duanın da kulluktan bir parça olduğunu bildirmişlerdir. Duada vazgeçilmez şeyin bilinç olduğu unutulmamalıdır. İstisnasız tüm insanlar duaya muhtaçtır. Esasında varoluş gayemizi anlamlandıran eylemlerimizin başı duadır. Yeryüzüne imtihan için gönderilen insanın, imtihanı başarabilmesi mutlak anlamda Allah’ın yardımı iledir Bu açıdan bakıldığında birer öğrenci durumunda olan bizler, derslerimize çalışmadan, sırf kalbi temennilerle sınıf geçemeyeceğimizin bilincinde olmalıyız. Dua, sadece ağrılarımızın dinmesi, bireysel ihtiyaçlarımızın giderilmesi için bir araç değildir. İmtihan içerisinde olan bizlerin her anlamda O’na muhtaç olduğumuzu, ve yardıma ihtiyamız bulunduğunu bilerek, O’na sığınmaktır. Acziyetimizin farkında olarak O’ndan yardım istemektir. Duayı iki kısma ayırmıştır. 1:Fiili dua. 2:kavli dua. Esasen fiili olarak duanın gereklerini yapmadan,kavli dua kabul olmaz. Fiili dua bedenin eylemi, sözlü duada ruhun eylemidir. İnsan ise bu ikisinden beden ve ruhtan oluşan bir varlıktır. (3) Peygamber efendimiz (sav) en güzel, en sarih örnektir, her konuda olduğu gibi. Bedire gitmiş, gereken tüm hazırlıkları yapmış, bütün önlemleri almış ardından ellerini semaya kaldırmış, yalvarmış, yardım istemiştir. Mekkeli müşriklere tebliğin her çeşidini denemiş, sonrada ellerini kaldırarak onlar için hidayet dilemiştir. Yine Rasulullah(sav) ile geceleyen bir sahabi anlatıyor. ”Kendisine abdest suyu getirdim, bana ”Dile benden ne dilersen” buyurdu.Bende “Seninle cennette beraber olmak istiyorum Dedim. Bana ”O zaman sende kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol” Diye buyurdu.(4). Demek ki, sadece söz ile temenni yeterli değildir. Peki bizler ne istiyoruz?. Bizler kulluk bilinci çerçevesinde yeryüzünün ıslahını istiyoruz. Bizler yeryüzünün halifeleri olarak, yeryüzünde zulmün olmamasını istiyoruz O halde fiili olarak üzerimize düşenler konusunda gayretimiz, çabamız nedir? Diye sorgulamamız gerekiyor. Televizyonlara yansıyan zulüm manzaralarını, çayımızı yudumlayarak “Allah’ım onlara yardım et” demek dua olmasa gerek. Bizler cehenneme gitmek istemiyoruz ve elbette cennete gitmek istiyoruz O halde cennetlik bir hayatın, cennetlik bir gayretin içinde olarak, önce fiili duamızı yapmalıyız. Günahımızın affını istiyorsak önce günahları bırakmamız gerekiyor. İbadetlerimizin nasıl olması gerektiğini Rasul’e sormak gibi bir mükellefiyetimiz var. Rabbimiz şöyle buyuruyor.” “Ey Muhammed, s.a.v. de ki: “Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (5). Duada da sünnete aykırılık merduttur. Dua ederken; 1:yüksek sesle bağırıp çağırmaya gerek yoktur,çünkü, “Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler,sağır birine hitâp etmiyorsunuz”(6) Aracıya da gerek yoktur çünkü”Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fitlediğini biliriz. Çünkü biz size şah damarlarınızdan daha yakınız”(7) 3. İstediğimizin farkında olmak gerekiyor. Çünkü ”İnsan, hayrı istediği gibi (bazen) şerri de isteyebilir. İnsan çok acelecidir”.(7). 4: Duada seciyede yasaklanan hususlardandır.yani kafiyemsi ses benzerlikleri duaya şiirimsi bir hava katmak . Dua yüreğin seslenişine,dilin tercüman olmasıdır. Duanın kabul olmasının şartları Kur’an-ı kerimde, (Dua edin, duanızı kabul ederim), hadis-i şerifte ise, (Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten hayâ eder) buyurulduğu halde, bazı dualar niçin kabul olmuyor? CEVAP Duanın kabul edilmesi için bazı şartlar vardır. Duanın kabul edileceğinden şüphe etmemeli, şartlarına riayet edilip edilmediğinden şüphe etmelidir. Gereken şartlara riayet etmeden duanın kabul edilmesini beklemek uygun olmaz. Önce çalışmak, sonra dua dinin esası! Kabul edilir ancak, çalışanın duası! Duanın kabul edilmesi için gereken şartlardan bir kısmı şöyle: 1- Haram lokmadan sakınmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Haramdan sakının! idesine haram lokma girenin kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani] Sad bin Ebi Vakkas hazretleri dedi ki: Ya Resulallah, dua buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin! Cevabında buyurdu ki: (Duanızın kabul olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul olunur?) [Şir’a] Yine buyurdu ki: (Duanın kabul olması için iki şey gerekir. Duayı ihlâs ile yapmalıdır. Yediği ve giydiği helâldan olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı dua kabul olmaz.) [Tergibüs-salât] 2- İtikadı düzgün olmalıdır. Sapıkların, mezhepsizlerin, duaları kabul olmaz. Hadis-i şerifte, (Bid’at ehlinin duası ve ibadetleri kabul olmaz) buyuruldu. (İbni Mace) Âyet-i kerimenin, duanın tesir edebilmesi için, okuyan ve okunan kimsenin buna inanması ve okuyanın itikadının düzgün olması, Allah rızası için okuması, kul hakkından sakınması, haram yememesi ve karşılığında ücret istememesi şarttır. 3- Uyanık kalble ve kabul edileceğine inanarak dua etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâya, kabul edileceğine tam inanarak dua ediniz! Biliniz ki, Allahü teâlâ gafil bir kalb ile yapılan duayı kabul etmez.) [Şir’a] 4- Dualarım niçin kabul olmuyor dememelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah’tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari] İstenilen şeyin olmaması, duanın kabul olmadığını göstermez. Onun için duaya devam etmelidir! Duanın kabulünün gecikmesinin başka sebepleri de vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümin dua edince, Allahü teâlâ, Cebraile, “Ben onu seviyorum, isteğini hemen yerine getirme!” Facir, [günahkâr] dua edince de “Ben onun sesini sevmiyorum. İsteğini hemen yerine getir” buyurur.) [İbni Neccar] Şu halde, duanın kabulünün gecikmesi zararlı değildir. 5- Bela gelmeden önce çok dua etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen, refah zamanında çok dua etsin!) [Tirmizi] Ebu İshak hazretlerinden dua istediler. Dua etti. Duasının kabul edildiğini gören bir talebesi, (Efendim, bu duayı bana da öğretin, ihtiyaç halinde ben de edeyim) dedi. Buyurdu ki: (Duamın kabul edilmesinin sebebi, otuz yıldır kıldığım namazlar, ettiğim dualar ve haram lokmadan sakınmamdır.) 6- Duaya hamd ve salevatla başlamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ey namaz kılan, acele ettin. Namaz kıldıktan sonra dua ederken önce Allahü teâlâya layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salevat getir, sonra dua et!) [Tirmizi] 7- Yalvararak dua etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Gafil olan kalb ile yapılan dua makbul değildir.) [Tirmizi] Hz. Davud zamanında kuraklık oldu. Halk dua etmek için aralarından üç âlimi seçtiler. Âlimlerden biri şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında kendimize zulmedenleri affetmemizi bildirdin. İşte biz, nefslerimize zulmettik. Senden af diliyoruz. Bizi affet!) İkinci âlimin duası da şöyle: (Ya Rabbi, Kitabında köleleri, azat etmemizi bildirdin. İşte biz kul olarak huzurundayız. Bizleri azat eyle!) Üçüncü âlim de şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında, kapımıza gelen saili kovmamamızı, yüz çevirmememizi bildirdin. İşte biz de sail olarak huzurundayız. Senden rahmet istiyoruz. Bizi boş çevirme!) Duaları kabul olarak rahmet yağdı. 8- Sebeplere yapışmadan istemek kuru bir temennidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.) [Deylemi] 9- Günah işlemeyen dil ile dua etmelidir. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâya günah işlemeyen dil ile dua edin) buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulunacağı sual edilince, (Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir) buyurdu. [Tergibüs-salât] 10- İsm-i azam ve esma-i hüsna ile dua etmelidir. Gafletle dua etmektense hiç dua etmemek daha iyi değil mi? CEVAP Gaflet içinde olduğunu söyleyerek, duayı bırakmak doğru değildir. Kalbine geldiği gibi dua etmek, ezberlediği duayı okumaktan daha iyidir. (Bezzâziyye) Dua dinin direğidir. (Allahü teâlâ indinde duadan daha şerefli bir şey yoktur), (Düşmandan kurtulmak, bol rızka kavuşmak için dua edin! Çünkü dua, müminin silahıdır) hadis-i şerifleri duanın önemini açıkça bildirmektedir. Allahü teâlâdan bir şey istememek ise çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, kendisinden bir şey istemeyene, dua etmeyene gadap eder.) [Tirmizi] Başka bir hadis-i şerifte, (Dua ibadettir) buyuruldu. İbadeti terk etmek ise hiç uygun değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bana dua edin kabul edeyim. [Bana halis kalb ile dua ederseniz kabul ederim.] Bana ibadet etmek istemeyenleri, zelil ve hakir eder, Cehenneme atarım.) [Mümin 60]

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *

Ziyaretciler

Günün Hadis-i Şerifi

Geçmiş Yazılar