Esmaî isminde bir kişi
anlatıyor: Hz. Ali radıyallahü anh’ın torunlarından ilim erbabı, saçları
ortadan iki tarafa ayrılarak taranmış, güzel bir genç gördüm. Kâbe’nin
perdesine yapışmış ağlayarak şöyle diyordu: “Ey benim Efendim, Sultanım!
Bütün gözler uykuda, yıldızlar battı. Sen dirisin, uyanıksın, bütün mahlûkatı
gözeterek, onların işleriyle ilgilenmektesin. Dünya padişahları kapılarını kapattı,
şimdi onların kapılarını bekleyen bekçiler var. Sen’in kapın ise muhtaçlara
açık. İşte ben, miskin dilenci kapına dilenmeye geldim. Rahmetine ümit
bağlıyorum. Ben miskine rahmet kıl, günahlarımı bağışla. Sınırsız ve nihayetsiz
keremin ile cennet içinde bana yer ver. İlâhî! Benim ümidim Sen’sin.
Günahlarımı bağışla. Hacetimi reva kıl. İlâhî! Azığım çok az, yolum ise çok
uzun. Azığımın azlığına mı ağlayayım, yolumun uzaklığına mı yanayım? Amellerim
çok çirkin. Halkın içinde benim kadar çok suç işlemiş kul yoktur. İlâhî! Şayet
beni ateşe atacaksan, Sana bağladığım ümit ne olacak?
Esmâî der ki: O Alim genç bu sözleri söyleye-söyleye bîtap
düştü ve yere yığıldı. Yanına yaklaştım. Başını kaldırdım, dizimin üstüne
koydum. Dayanamadım, ağlamaya başladım. Gözümün yaşı mübarek yanağı üzerine
damlamış olacak ki, gözünü açtı ve şöyle dedi:
“Kimdir beni kendi halime bırakmayan?”
“Ey benim seyyidim, efendim! Bendeniz Esmâî’yim. Niçin böyle
ağlarsın, Sen Peygamber soyundansın. Deden Muhammed Mustafa’dır.”
Bunu duyunca kalktı, oturdu ve dedi ki:
“Ey Esmâî! İş öyle senin söylediğin gibi değil! Allah-ü
Teâlâ âsiler için cehennem yarattı; salihler için cennet yarattı. Kim isyan
ederse Kureyş aslından padişah bile olsa yine cehenneme girer. Her kim de Allah’a
itaat ederse, Habeş’ten getirilmiş köle bile olsa cennete girer. Allah-ü Teâlâ’nın
kelamını işitmedin mi? Kur’an-ı Kerim’de “Sur üfürüldüğü, kıyamet
koptuğu zaman, kimsenin kimseye hısımlığı, dostluğu kalmaz, kişi kendi başının
derdine düşer.” buyruldu dedi. (Mü’minûn Suresi Âyet 101)
Allah'tan (c.c.) korkan gerçek alimlerin hayatları böyle idi.
Allah'tan (c.c.) korkan gerçek alimlerin hayatları böyle idi.
Onlar! Allah-ü
Teâlâ’nın azabından çok korkarlar, O’na karşı itaatte kusur işlememeye çalışırlardı.
Lakin O’nun rahmetinden de asla ümit kesmezlerdi.
Ayet-i Kerimede Allah c.c. buyuruyor ki; “Allah’ın azâbından
ancak hüsrâna uğrayanlar emin olabilirler.” (Araf Suresi, Ayet:
99)
Diğer bir Ayet-i Kerime de ise Allah c.c.şöyle buyuruyor: “Gerçek
şu ki, kâfir olanlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümit
kesmez.” (Yusuf Suresi, Ayet: 87)
Demek oluyor ki; Allh’ın (c.c.) rahmetinden asla ümit kesilmemeli
ama azabından da asla emin olunmamalıdır. Allah’ın
azâbından emin olduğunu iddia edenler, hüsrâna uğrayan kimselerdir. Allah’ın
rahmetinden ümit kesenler de kâfirlerdir.
Mü’minler Allah’ın rahmetine karşı
sonsuz bir ümit içinde bulunmalıdırlar. O’na ve rahmetine karşı gösterilecek
bir ümitsizlik, -Allah korusun- insanı imandan eder. O halde Müslüman,
hayatını daimî bir korku ve sonsuz bir ümit içinde sürdürmelidir. Bu
sebeple en umutsuz anlarda bile Mü’minde ümit tükenmez. Gerçek Mü’min hayatının
bir kutbu Daimî bir korku (havf) ve bir kutbu da sonsuz bir ümit (recâ)
olan kimsedir.
İslami terim ile buna “ BEYNEL HAVFİ VERRACA” (KORKU İLE
ÜMİT ARASINDA YAŞAMAK) denir. Allah c.c. cümlemize korku ile ümit arasında yaşamayı nasip etsin. Amin!