Önceki yazımızda Müslüman Türk devletlerinin Anadoludaki hâkimiyetinin Haçlı seferleriyle önlenemeyeceği anlaşılınca Haçlıların taktik değiştirerek Müslüman topluluklar arasına ajanlar yerleştirdiklerini ve Müslüman topluluklar arasından da kendi amaçlarına hizmet edecek hainler satın aldıklarını anlatmıştık. Bu hainler ve ajanlar sayesinde de Müslüman topluluklar arasında fitne ve fesat çıkartıp Müslümanları içeriden bölerek zayıflattıklarını yazmıştık.
Durum böyle olunca Müslümanlar kendi içlerinde biri birileriyle itişip kavga ederlerken Haçlılar ekonomik, askerî, siyasi ve kültürel alanda güçlendiler. Bilimde ve teknolojide ilerleme kaydettiler. Müslümanlar ise gelişen bu teknolojiye ayak uyduramayınca güç Haçlıların eline geçti.
Haçlılar bu gücü Müslümanlara karşı öylesine kin, nefret ve intikam duyguları ile kullandılar ki, İnsanlık melekelerini bile yitirip azılı birer katil haline dönüştüler ve Esfele safilin seviyesine indiler.
Tüm bunlar olup biterken içimizdeki hainler kuduz köpeklerin salyalarını akıta-akıta birkaç kemik parçasını beklediği gibi kıyıda köşede Haçlıların artıklarından kendilerine de bir miktar pay düşer diye beklemekle meşgullerdi.
Haçlılar ve içimizdeki hainler tam emellerine ulaştılar derken hesapların üstünde bir hesap her şeyi altüst etti ve hiç beklemedikleri bir şey oldu!..
Haçlılar, İslam topluluklarının doğal lideri konumundaki Türkleri en zayıf anında yakalamışken kendi güç ve kuvvetleri zirveye ulaşmışken yedi düveli de yanlarına almışlarken Çanakkale’de Türkler tarafından yine bozguna ve hezimete uğratıldılar. Hem de bu sefer Türklerin işi tam bitirilecek ve toptan yok edilecekler ve bir daha ayağa kalkamayacaklar dedikleri bir zamanda Türkler tarihe “Çanakkale Geçilmez” destanı yazdırıyordu.
Haçlılar son bir hamle daha yapmakta kararlıydılar. Bir plan daha yaptılar. Rusya, Gürcistan ve Ermeniler doğudan, Yunanlılar ve Yunanlıları destekleyen İngilizler batıdan, Fransızlar ve Ermeniler güneyden, Rumlar ve Ermeniler de içerden olmak üzere Anadolu’yu dört bir yandan kuşattılar.
Bu sefer de Türkler Kurtuluş savaşı mücadelesi başlatıyor. Yunanlılar denize dökülüyor, Fransızlar Anadolu’ya geldiklerine pişman ediliyor, Ruslar ve Ermeniler kuyruklarını kıstırıp kaçıyorlar ve Türkler Tarihe 30 ağustos destanı yazdırıyordu.
Ne oluyorsa oluyor sanki sihirli bir el değiyor ve Türkler yeniden küllerinden doğuyordu.
Dıştan tüm güçleriyle saldırdılar olmadı. İçten hainlerle zayıflattılar olmadı. Bir şey yapmalılardı ki, bu işi bu sefer çözsünler!
Bir kiralık katil buldular ve o katile Terör örgütü kurdurdular. Seksenli yıllardan beri o kiralık katile kurdurdukları örgütle mücadele ederek oyalanıp duruyorduk. Devlet gelirlerinin çok büyük bir kısmını o mücadelede hiç ediyorduk.
Ülke ve ümmet derdiyle dertlenen bir Lider çıktı ve bu meseleye el attı. Sonuçları ne olursa olsun bu meseleyi çözmeliyiz dedi ve çözüm süreci adı altında bir proje başlattı. Çözüm süreciyle bu meseleyi halledeceğiz diye düşünürken Haçlılar yine içimizdeki hainleri devreye soktu.
“Halkımızın dinî duygularını sömüren adı hizmet hareketi olan ihanet şebekesi Fetö Terör örgütüne mensup savcı ve hâkimlerle işbaşındaki iktidara darbe girişiminde bulunuldu. Bu terör örgütüne bağlı yazılı ve görsel medya kuruluşlarıyla bu girişim desteklendi.
Bu Terör örgütünü kökü dışarıda dal ve budakları içeride olan dış mihraklı hain basın-yayın organları ve onların sözüm ona aydın geçinen tetikçi yazarları da yalnız bırakmadı.
Doğudaki Kürt kardeşlerimizin duygularını sömüren ve sözde Kürt milliyetçiliği yaptığını iddia eden Silahlı Terör örgütü PKK ile onun siyasi uzantısı HDP kullanılmak suretiyle Terör olayları körüklendi.
Elindeki silahı Devlete ve Millete Doğrultan hain katiller ile elindeki kalemi Devlete ve Millete karşı kullanan hain kalemşörler ülkemize ve geleceğimize ihanet etmekte biri birileriyle yarış haline girdiler ve var güçleriyle bu süreci provoke ettiler. Bu süreci başlatan Devlet idarecilerini de tahkir etme, itibarsızlaştırma gibi eylemlerle ülkemize ve geleceğimize çok büyük zararlar verdiler ve vermeye devam ediyorlar.
Biz Müslüman Türkler dışarıdan gelen tehditlere karşı hiçbir zaman boyun eğmedik, gerektiğinde de bu tehditlerin hesabını sorduk. Bu tehditlere kalkışanları da pişman ettik.
Ne var ki içimizdeki hainlere karşı aynı kuvvet ve şiddetle mücadele etmek bir takım zorluklar arz ediyor, biraz sabır gerektiriyor ve bir miktar da zaman alıyor.
Sonuçta Devlet bu mücadelenin de üstesinden gelecek ve hainlere gereken cezayı verecek. Hiçbir hainin yaptığı yanına kâr kalmayacak.
Yıldızı parlayan Türk Devletlerinde bu ihanetler hep denendi ve Devletimiz her zaman bu ihanetlerin üstesinden geldi, hesabını sordu ve hainlerin cezalarını da verdi.
İçimizdeki hainleri tepelediğimiz ve cezalarını verdiğimiz zaman gücümüze güç kattık ve İslam toplumlarına önderlik yaptık. Şimdilerde de böyle bir dönemeçten geçiyoruz.
Biz Müslüman Türk toplumu olarak hiçbir zaman Devletimize karşı isyankâr davranmadık. Devlet idarecilerine karşı saygıda kusur etmedik. Her zaman Devletimizin ve Milletimizin yanında yer almış bir topluluğuz. Hiçbir devlette olmayan bir atasözümüz var bizim! “YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE”
Elbette bir sepetin içinde çürük meyveler bulunabileceği gibi bir toplum içinde de hain unsurlar bulunabilir. Devlet bu hain unsurlarla mücadelesini sürdürüyor, sürdürmeye kararlıdır ve üstesinden gelecektir.
Vatandaş olarak bizler daima bu hain unsurların karşısında olmalıyız. Bu hain unsurlara asla prim vermemeliyiz. Bu hain unsurlarla yapılan mücadelede her zaman Devletimizin yanında olmalıyız.
Allah (celle celalühü) dış ve iç tehditlere karşı devletimizin yürüttüğü her mücadeleyi başarılı kılsın, Devletimizin ve Devlet idarecilerimizin yardımcısı olsun, her daim onlara muvaffakiyetler ve muzafferiyetler ihsan eylesin. (Amin)