Orta Karadeniz seyahati esnasında Sinop’u da ziyaret eden siyasetçi
yazar KAMİL ÇAKIR’IN kaleminden “Denizin Surları Öptüğü Kent: Sinop” başlıklı
yazı
Her şehrin kendine has bir yapısı vardır. Tarihi başlangıcı ve süregelen hayatı
ile farklılıklar sunar insanlara.İçinde acılar ve mutluluklar yan yanadır çoğu kez. Bir insan gibi yaşarlar adeta. Doğarlar, büyürler, gelişirler ve ölürler.
Ölen insanlar gibi gömülürler de bazen. Yüzyıllar sonra kalıntıları çıkarılır toprak altından. Yani yaşayan canlı gibidir şehirler.
Yaşayan şehirler içerisinde belki de en yaşlısıdır Sinop. Antikçağdan beri
devam edegelen bir hayatı vardır onun. Helen, Roma, Bizans, Selçuklu gibi
misafirleri olmuştur bu şehrin. Yeşille yaşamış ve mavi ile doymuş bir şehirdir
bu şehir. Karadeniz’in en uç noktası olması dolayısıyla Türkiye’nin kaptan
köşkü gibidir.
Doğanın engin yeşilliği arasından çıkıp şehre girerken, surların yanında elinde feneriyle karşılar sizi Diyojen. Kalpazanlık suçundan sürgün edildiğini hatırladığımızda adeta karşıdaki tarihi ceza evinden kaçmış ve yolunu arayan suçlu görüntüsü sergilemektedir. Yarımada şekliyle denizin içine girmiş şehir, hırçın Karadeniz'e sunulmuş emzik gibi durmaktadır. Bir yanında bu hırçın dalgaları sakinleştiren Karadeniz’i yansıtan dış liman, diğer yanında rüzgarsız ve sakin duruşuyla Akdeniz’i anımsatan İç Liman. Taliplisi çok olan genç kız gibi arzuları kabartmakta olan bu mekan, güzelliğinden dolayı tarih boyunca bir çok istila görmüştür.
Sinop’la özdeşleşmiştir tarihi cezaevi. Nice hayatlar sönmüş karanlık odalarında ve nice umutlar bağlı kalmış zindandaki zincirlerinde. Şiirler, romanlar, yazılar yazılmış aşılması zor surlarla çevrili taş duvarların arasında. Kalenin içinde gizlenmiş hayat yutan bu mekanda dolaşırken, dalga seslerini duyup ona dokunamamanın, doğanın kokusunu alıp ona ulaşamamanın, yüreğindeki bin bir umutla, umutların söndüğü zindanlarda kalmanın ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Hasretler, nefretler, özlemler, sevgiler, aşklar, intikamlar, cinayetler ve hulasa duvarlara kazınmış bütün duygular, yıllar sonra gelecek nesillere aktarılmayı bekliyor. Bir umut diye dikilen ağaçların gölgesi serinletmiyor duygu yüklü gönülleri. Bütün suçluların cezasını yüreğinizde hissederek ve gönül dünyanız karmakarışık bir şekilde Sinop hapishanesinden, en kısa süreli bir mahkum olarak, “Aldırma gönül” diyerek ayrılıyorsunuz.
11 top yatağı, cephanelik, asker koğuşu ve mahzenlerden oluşan yarım ay şeklindeki Paşa Tabyası, yarımadanın güney ucunda tarihten dersler vermektedir Osmanlı torunlarına. Osmanlının savaş ve savunma konusunda ne denli gelişmiş olduğunun resmidir bu tabyalar. Bu tabyalar, şehri yer altından fırdolayı dolaşan dehlizleri ile insanların ve şehrin güvenliğini, onları rahatsız etmeden sağlamanın en güzel yoludur adeta.
Tarihe tanıklık ediyorsunuz müzesinde Sinop’un. Yüzlerce yılı üç beş dakikada bir film gibi izliyorsunuz dolaşırken. Yaşayan tarih gibi karşılıyor sizi Etnografya Müzesi. Deniz şehitliğinde Fatihalar yankılanıyor kulaklarınızda. Doğa harikası Hamsilos koyu sonunda bir gelin edasıyla bekler sizi Akliman. Yarımadanın üstünde gün batımını izlerken uzaktan, Türkiye’nin en kuzey noktası İnceburun’dan göz kırpıyor size deniz feneri. Şehitler Çeşmesi’nden içtiğiniz suyun bedeli şehit askerlerin cebinden ödenmiştir yıllar önce. Ölüm hariç her şeyden emin olduğunuz hissi uyanır sizde Kalenin içinde iken. Farklı dinlere saygının timsalidir Balatlar Kilisesi’ne gösterilen ihtimam. Fethin sembolü gibi karşılar sizi Alaaddin camii. Peygamber kokusu alırsınız Seyyid İbrahim Bilal Hazretlerinin cami ve türbesinde. Din ve tarih bütünlüğü sinmiştir camilerine. Şehir manevi koruma altına alınmıştır türbeleriyle. Tekne turu ile şehri avuçlarınızın içinde hisseder, ayrılmak istemezsiniz. Dünyada eşi olmayan peş peşe 28 şelaleden oluşan Erfelek Tatlıca şelaleleri birdir bir oynayan çocuklar gibidir. Dev ağızlı yılana benzer İnaltı mağaraları. Soğuk ve sessiz. Orman Akgöl’ü, Akgöl içindeki balıkları gizler. Doğayı adeta kucaklamıştır Ayancık. Un kokuları gelir ahşap değirmenlerinden. “Ezelidir deli gönül ezeli” şarkısını terennüm eder yaşlıları. “Muallim” türküsü naziredir delikanlıların ağzında.” Tini mini Hanım” sözleri ne de yakışır kızların hallerine. Tarihin her türlü gemisinin modelini bulabilirsin dükkanlarında. İçinizi ısıtır keten dokuma kumaştan yapılmış elbiseleri. Sevgi ile yoğrulmuştur mantı hamuru ve özenle sunulmuştur Teyzelerin ve Halaların sofralarında. Çiftetellisi doldurur düğünlerinde gönül dünyanızı. Her şeye rağmen mutludur insanları.
Atatürk’ün deyimiyle “Ne olurdu Sinop’un yarı güzelliği Ankara’da olsa.”
Selam sana yeşil ile mavinin buluştuğu yeryüzü cenneti…
Selam sana tarihin, denizin, güneşin ve kumun birleştiği şehir…
Selam sana kuzeyin parlayan yıldızı ve Antik Kenti…
Selam sana yürüyen insanlar şehri…
Selam sana mantı cenneti şehir…
Selam sana zindan diyarı şehir…
Selam sana Karadeniz’in incisi şehir…
Selam sana Sinop.
Kamil Çakır 05.08.20014
Doğanın engin yeşilliği arasından çıkıp şehre girerken, surların yanında elinde feneriyle karşılar sizi Diyojen. Kalpazanlık suçundan sürgün edildiğini hatırladığımızda adeta karşıdaki tarihi ceza evinden kaçmış ve yolunu arayan suçlu görüntüsü sergilemektedir. Yarımada şekliyle denizin içine girmiş şehir, hırçın Karadeniz'e sunulmuş emzik gibi durmaktadır. Bir yanında bu hırçın dalgaları sakinleştiren Karadeniz’i yansıtan dış liman, diğer yanında rüzgarsız ve sakin duruşuyla Akdeniz’i anımsatan İç Liman. Taliplisi çok olan genç kız gibi arzuları kabartmakta olan bu mekan, güzelliğinden dolayı tarih boyunca bir çok istila görmüştür.
Sinop’la özdeşleşmiştir tarihi cezaevi. Nice hayatlar sönmüş karanlık odalarında ve nice umutlar bağlı kalmış zindandaki zincirlerinde. Şiirler, romanlar, yazılar yazılmış aşılması zor surlarla çevrili taş duvarların arasında. Kalenin içinde gizlenmiş hayat yutan bu mekanda dolaşırken, dalga seslerini duyup ona dokunamamanın, doğanın kokusunu alıp ona ulaşamamanın, yüreğindeki bin bir umutla, umutların söndüğü zindanlarda kalmanın ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Hasretler, nefretler, özlemler, sevgiler, aşklar, intikamlar, cinayetler ve hulasa duvarlara kazınmış bütün duygular, yıllar sonra gelecek nesillere aktarılmayı bekliyor. Bir umut diye dikilen ağaçların gölgesi serinletmiyor duygu yüklü gönülleri. Bütün suçluların cezasını yüreğinizde hissederek ve gönül dünyanız karmakarışık bir şekilde Sinop hapishanesinden, en kısa süreli bir mahkum olarak, “Aldırma gönül” diyerek ayrılıyorsunuz.
11 top yatağı, cephanelik, asker koğuşu ve mahzenlerden oluşan yarım ay şeklindeki Paşa Tabyası, yarımadanın güney ucunda tarihten dersler vermektedir Osmanlı torunlarına. Osmanlının savaş ve savunma konusunda ne denli gelişmiş olduğunun resmidir bu tabyalar. Bu tabyalar, şehri yer altından fırdolayı dolaşan dehlizleri ile insanların ve şehrin güvenliğini, onları rahatsız etmeden sağlamanın en güzel yoludur adeta.
Tarihe tanıklık ediyorsunuz müzesinde Sinop’un. Yüzlerce yılı üç beş dakikada bir film gibi izliyorsunuz dolaşırken. Yaşayan tarih gibi karşılıyor sizi Etnografya Müzesi. Deniz şehitliğinde Fatihalar yankılanıyor kulaklarınızda. Doğa harikası Hamsilos koyu sonunda bir gelin edasıyla bekler sizi Akliman. Yarımadanın üstünde gün batımını izlerken uzaktan, Türkiye’nin en kuzey noktası İnceburun’dan göz kırpıyor size deniz feneri. Şehitler Çeşmesi’nden içtiğiniz suyun bedeli şehit askerlerin cebinden ödenmiştir yıllar önce. Ölüm hariç her şeyden emin olduğunuz hissi uyanır sizde Kalenin içinde iken. Farklı dinlere saygının timsalidir Balatlar Kilisesi’ne gösterilen ihtimam. Fethin sembolü gibi karşılar sizi Alaaddin camii. Peygamber kokusu alırsınız Seyyid İbrahim Bilal Hazretlerinin cami ve türbesinde. Din ve tarih bütünlüğü sinmiştir camilerine. Şehir manevi koruma altına alınmıştır türbeleriyle. Tekne turu ile şehri avuçlarınızın içinde hisseder, ayrılmak istemezsiniz. Dünyada eşi olmayan peş peşe 28 şelaleden oluşan Erfelek Tatlıca şelaleleri birdir bir oynayan çocuklar gibidir. Dev ağızlı yılana benzer İnaltı mağaraları. Soğuk ve sessiz. Orman Akgöl’ü, Akgöl içindeki balıkları gizler. Doğayı adeta kucaklamıştır Ayancık. Un kokuları gelir ahşap değirmenlerinden. “Ezelidir deli gönül ezeli” şarkısını terennüm eder yaşlıları. “Muallim” türküsü naziredir delikanlıların ağzında.” Tini mini Hanım” sözleri ne de yakışır kızların hallerine. Tarihin her türlü gemisinin modelini bulabilirsin dükkanlarında. İçinizi ısıtır keten dokuma kumaştan yapılmış elbiseleri. Sevgi ile yoğrulmuştur mantı hamuru ve özenle sunulmuştur Teyzelerin ve Halaların sofralarında. Çiftetellisi doldurur düğünlerinde gönül dünyanızı. Her şeye rağmen mutludur insanları.
Atatürk’ün deyimiyle “Ne olurdu Sinop’un yarı güzelliği Ankara’da olsa.”
Selam sana yeşil ile mavinin buluştuğu yeryüzü cenneti…
Selam sana tarihin, denizin, güneşin ve kumun birleştiği şehir…
Selam sana kuzeyin parlayan yıldızı ve Antik Kenti…
Selam sana yürüyen insanlar şehri…
Selam sana mantı cenneti şehir…
Selam sana zindan diyarı şehir…
Selam sana Karadeniz’in incisi şehir…
Selam sana Sinop.
Kamil Çakır 05.08.20014