Dinimizde devlete karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak
iktidarı ele geçirmeye çalışmak ve fitne çıkarmak kesinlikle yasaktır.
Bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Fitne katl’den daha şiddetlidir.” (Bakara Suresi: Ayet 191) Elbette ki devletin fitneyi def etmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Yine başka bir ayette şöyle buyruluyor: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşursa aralarını düzeltin. Şayet onlardan biri, hala ( Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) ötekine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer (Pişman olup Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.” (Hucurat Suresi: Ayet 9) Bu ayette, Allah’ın emrine boyun eğmeyip anarşi çıkaranlarla, isyan edenlerle ve hadde tecavüz edenlerle savaşmak emredilmektedir. Böyle hareketlerde bulunanlar âsilik etmiş olur. Asilik ise İslam’da yasaklanmıştır. Zira, ayeti kerimede “Allah’a, Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre itaat ediniz” buyruluyor. (Nisa Suresi: Ayet 59) Bu ayeti kerimede önce Allah’a sonra Allah’ın Resulüne daha sonra da devlet reisine itaat emredilmektedir. Bu hakikate binaen isyan eden kişi devlet idarecisinin evladı da olsa kardeşi de olsa ona müsamaha gösterilmez ve devletin payidar olması için İslam dininin hükmü icra edilir.
Bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Fitne katl’den daha şiddetlidir.” (Bakara Suresi: Ayet 191) Elbette ki devletin fitneyi def etmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Yine başka bir ayette şöyle buyruluyor: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşursa aralarını düzeltin. Şayet onlardan biri, hala ( Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) ötekine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer (Pişman olup Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.” (Hucurat Suresi: Ayet 9) Bu ayette, Allah’ın emrine boyun eğmeyip anarşi çıkaranlarla, isyan edenlerle ve hadde tecavüz edenlerle savaşmak emredilmektedir. Böyle hareketlerde bulunanlar âsilik etmiş olur. Asilik ise İslam’da yasaklanmıştır. Zira, ayeti kerimede “Allah’a, Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre itaat ediniz” buyruluyor. (Nisa Suresi: Ayet 59) Bu ayeti kerimede önce Allah’a sonra Allah’ın Resulüne daha sonra da devlet reisine itaat emredilmektedir. Bu hakikate binaen isyan eden kişi devlet idarecisinin evladı da olsa kardeşi de olsa ona müsamaha gösterilmez ve devletin payidar olması için İslam dininin hükmü icra edilir.
Başta Peygamber Efendimiz(s.a.v) olmak üzere, bütün Ehl-i
Sünnet alimleri, devlet reislerine itaat edilmesi üzerinde ısrarla durmuşlar ve
isyanı kesin bir şekilde yasaklamışlardır. Devlet reislerinin adaletli, idari
işlerden iyi anlayan dirayetli kimselerden seçilmesi lüzumu üzerinde ittifak
etmişlerdir. Hal böyle olunca liyakatli devlet reislerine itaat etmek vacib
olur. Hatta Bedi-üz zaman Said Nursi hazretleri şöyle der: “Şeriatla, Kur’ânla,
hadîsle, hikmetle, tecrübeyle sâbittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulu’l-emr’e
itaat farzdır.” İslam ulemasına göre “şayet
idareciler cebir ve kuvvet kullanarak zorla iktidara gelmiş olsalar dahi,
liyakat şartına bakmaksızın yinede devlet idarecilerine itaat gereklidir.” Hz.
Huzeyfe (r.a.)’ den nakledilen hadis-i şerif bu mevzuya ışık tutmaktadır: Resulullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Benden
sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen
hükümdarlar olacaktır.” Ya Resulallah ben bu günlere yetişirsem ne yapayım?
diye sordum. Resulullah Efendimiz (s.a.v.): “Dinler ve itaat edersin.
Sırtın dövülse ve malın alınsa bile dinle ve itaat et” diye buyurdular.” (Tac, 3. cilt sayfa: 44-45)
Görülüyor ki Allah Resulü (s.a.v) hakiki adaletle hükmetmeyen devlet reislerine
bile isyan etmeyi yasaklamıştır. Bu zulme rıza göstermek anlamına gelmez. Malumdur
ki, Kur’an-ı Azim-ü şan, değil zulüm yapmayı, zulme meyil ve rıza göstermeyi
bile şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in,
zalim reislere itaat emrini, zulme rıza göstermek olarak değil, onun büyümesini
önlemek olarak anlamak lazımdır. Bu ve buna benzer hadis-i şerifleri dikkate alan İslam
uleması Hakk’ı ve hakikati daima itaat içinde aramışlar ve isyana hiçbir
şekilde cevaz vermemişlerdir. Çünkü devlete yapılan isyan, büyük bir fitne ve
şerre yol açar. İsyan ile ortaya çıkan nifak, kargaşa ve anarşinin kapısını
kapamak fevkalade zordur. Hatta bazen bu kargaşa, milletlerin ve devletlerin
hayatına bile mal olabilmektedir. Bu gibi tehlikeli durumların önüne geçmek için olsa gerek;
Fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker
gösteren Dede Efendi’nin Siyasetname adlı eserinde şöyle denilmektedir: “
Nizam-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu
şeri’ fiileri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine
fetva verilmiştir. Ayrıca ulül-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için
bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adi olan şahsın fil-hakika şerir ve
müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan
sonra ref’inden daha kolaydır. Bir bid’atçının bit’atının yayılacağından korkan
dindar padişahın, milletini onların şerrinden korumak ve nizam-ı alem için,
isyana teşebbüs edeni idam etmesi caizdir.”
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun yolunu
takip eden Ehl-i Sünnet alimleri devleti kutsal saymışlar ve mutlak korunmasını
gerekli görmüşlerdir. Devlet evlattan önce gelir. Çünkü devlet olmayınca değil
evlat canın bile muhafazası mümkün değildir. İslam’da kutsal sayılan dinin,
canın, malın, ırzın namusun ve diğer kutsalların korunması için devlet mutlak
gereklidir ve bu uğurda değil evlat can dahi feda edilir.
Osmanlıda bir kısım padişahların evlat veya kardeşleri
fitnenin bizzat başına geçmiş, makam ve şöhret peşine düşerek bir kısım vezir
ve kumandanları da yanlarına alıp darbelere teşebbüste bulunmuş, Osmanlı Devleti’nin
ve ümmet-i Muhammed’in birlik ve düzenini, muhabbet ve dayanışmasını bozmak
üzere fiili teşebbüslere girişmişlerdir. Padişahların bir kısmı bu tip suikast, ihanet ve tahriplere
karşı, aslında bir bakıma fedakârlık yaparak, milletin ve ümmetin birlik ve
selameti için, evlatlarının ve kardeşlerinin idamlarına hükmetmişlerdir. Böyle
bir tedbirin ehven-i şer olarak; daha dehşetli, daha sürekli ve daha sancılı işlere
kapı kapama adına yapıldığı düşünülmelidir. Padişahların kardeşlerini veya evlatlarını öldürmeleri çoğu
zaman onların isyan etmeleri yahut isyana teşebbüs etmeleri halinde vuku
bulmuştur. Evlatları, kardeşleri veya yeğenleri hakkında ölüm kararı veren
Osmanlı Pâdişahları’nın, kararın infazından sonra çok üzüldükleri ve hatta çocuk
gibi ağladıkları bilinen bir hakikattir. Meselâ, Sultan Selim Hazretleri,
saltanat tahtına oturduğu zaman bir taraftan devletin istikbaline göz dikmiş
olan düşmanlarla diğer taraftan da memleketin iç huzurunu bozmak isteyen
şehzadelerle karşı kaşıya kaldı. Her saltanat değişmesinde olduğu gibi, yine
tahta göz dikmiş birçok şehzadenin başı gidecekti. Eğer onlar gitmeyecek olsa
memleket elden gidecek, iç kavga çıkacak ve dolayısıyla memlekette kan gövdeyi
götürecekti. Belki de bugün dünyanın göz bebeği olan İstanbul ve hakimiyetin
merkezi olan Anadolu elimizde olmayacaktı.
Bu konu ne kadar eleştirilse istismar
edilse dahi, “hakikatin özü devleti korumaksa, umumun faydası için ferdin fedası
gerekebilir” düsturuyla hareket eden ve devletin bekası için evlat dahi olsa
her şeyi feda etmeği göze almış bu değerli şahsiyetleri kindarca eleştirmek
devletini seven aklı başında bir insanın yapacağı bir iş değildir.
Günümüzde “sözüm ona medeniyette”
öncü kabul edilen bir çok ülkeler, devlette anarşi çıkarabileceği öngörülen
kişileri faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırırken, bu konuda fikir beyan
etmekten bile kaçınan kesimlerin, Osmanlıda devlet düzenini korumak için darbe
teşebbüsünde bulunmuş kardeşlerin veya evlatların düzeni sağlamak adına idam
edilmelerini acımasızca eleştirmeleri ne kadar manidar değil mi? zannımca bunda
amaç, üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olsa gerek.
Velhasıl “devlet mi, evlat mı”
sorusunun cevabı: söz konusu olan şey “İHANET” olunca devlet evlattan önce
gelir. Çünkü devlet olmayınca ne evlat, ne millet ne can, ne mal, ne mülk, nede
mukaddesat güven altında olmayacaktır.
Allah (c.c.) ülkemizde ve İslam
ülkelerinde adaletle iş yapma gayreti içinde olan devlet idarecilerinin yâr ve yardımcısı
olsun. Yaptıkları hayır işlerde kendilerine yardım eylesin. Şer işler yapmaktan
muhafaza buyursun. Düşmanlık edenlere ve düşmanla işbirliği yapanlara fırsat
vermesin. (Amin) Muammer
Yeşiltepe 04.06.2014