Her doğan ölmeye adaydır. Fark bu dünyada ne kadar yaşadığımızdır. Bu kesin sonuca insanoğlu kendini inancına göre hazırlar ve ona göre ölülerine muamele eder. Ölüye, her inancın kendine has muamele şekli vardır. İslam dininin ölüm ve ölüye karşı muamelesi ise Peygamberimiz (S.A.V.) in uygulama şeklidir. Ancak farklı anlayışlar hurafe olarak bu uygulamaların içine girmiş ve zamanla asli görevler unutulur olmuştur.
Vefat eden kişinin ölüm haberini cemaat camiden çıkarken duyurmak, belediye hoparlörü vasıtası ile ilan etmek, gazetelerde sade bir şekilde duyurmak meşru olabilir. Ancak Ezan okunan minarelerden maddi menfaat bekleyerek sala verip ölüm ilanı yapmak dinen caiz değildir. Ölüm haberini alınca sabırla إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ diyerek Allah’a sığınmak gerekir. Bağırıp çağırarak, saçını başını ve elbisesini yırtarak ağıt yakmak dinimizce yasaklanmıştır. Bu tavır aynı zamanda ölüye azap veren bir tavırdır. Vefat eden şahsın yıkanması ve kefenlenmesinin farz-ı kifaye olduğu konusunda müctehidler ittifak etmişlerdir. Varsa borçlarının namazı kılınmadan ödenmesi ise sünnettir. Bütün mezheplerin ittifak ettikleri bir konu da cenaze namazıdır. Farz-ı kifaye olan cenaze namazı günün her saatinde kılınabilir. İslam müctehitlerinin çoğunluğuna göre her kişinin namazı kılınır.Hanefi fıkhına göre devlete başkaldırıp savaşırken ölen asiler, Haksız yere kabilecilik gayretiyle kavga edip ölenler, yol kesip şehir basıp soygun yapan eşkiyalar ve ana babasından birini öldürenlerin cenaze namazları kılınmaz. Ölünün başında uzun uzadıya nutuk çekmek İslami değildir. Dinen uygun olan techiz ve definde acele davranmaktır. Ölü için iyi veya kötü diye şahitlik etmek yerine, Allah rahmet eylesin dilekleriyle defni gerçekleştirmek gerekir. Canazeyi musalladan kabre götürürken, ölümü düşünmek, sükuneti muhafaza etmek, gülüp eğlenmemek, çalgı ve çelenk gibi hareketler uygun değildir. Cenazeyi taşırken ve kabre indirirken ”Bismillahi ve ala milleti Rasulillah” demek müstehabtır. Kabrin yerden bir iki karış yüksek ve kerpiçle yapılması uygun görülmüştür. Kabrin mescid gibi ve kireç, mermer , taş ve benzeri malzemelerle yapılması caiz görülmemiştir. İsrafa sürükleyen tarzda şaşaalı yapılan mezarlar da böyledir. Definden sonra bir müddet kabir başında beklemek, dua ve istiğfar ile meşgul olmak sünnettir. Ölenin hatırasına hürmeten üç gün süren yas meşru sayılmıştır. Yakınını kaybeden kişiyi taziye etmek müstehabtır. Akraba ve komşuların, ölünün kendi ailesine bir günlük yemek hazırlayıp götürmeleri de müstehabtır. Ölünün kendi ailesinin gelenlere yemek hazırlayıp ikram etmesi cahiliye adetlerindendir. Ölümü ve ahreti hatırlamak, dualarla ölüyü haberdar etmek ve istifadesini sağlamak , salih kişilerin kabrini ziyaretle yüce duygulara bereket sağlamak ve ibret almak için kabir ziyaretleri meşru sayılmıştır. Kabri öpmek, yüzünü gözünü sürmek, etrafını tavaf etmek, onlardan bir şey dilemek bid’attır, memnudur. Diri ve ölü müminlere dua edilmesi gerektiğini ifade eden ayetler mevcuttur. (Haşr 10) . Peygamber efendimiz ölüler adına yapılan sadakaların makbul olduğunu teyit etmiştir. Ölünün adına yapılan,bedeni ibadetlerin dışındaki mali ibadetlerin makbul olacağı ekseri kanaattir. Definden sonra kabirde yapılan telkin konusunda kesin bir kanaat yoktur. Bid’at olduğunu sayanlar olduğu gibi kararsız kalanlar da olmuştur. Toplumda iyiden iyiye yer eden bu bid’atın terkini beklide zamana bırakmak gerekir. Kabir yanında namaz kılmak, kabirlerin üzerine mescid yapmak, kabrin etrafını mescid haline getirmek, kabirlerde mum ve ışık yakmak dinen yasaklanmıştır. Maddi bir beklenti hariç ölü namına pazarlık veya ücret mukabilinde Kur’an-ı Kerim veya mevlid okumak veya okutmak caiz değildir. Ölünün dini borçlarından kurtarmak için fukaraya nakdi bedellerini vermek ve bunu da hibe yoluyla tekrar geri alıp bu düzenekle artırmak (ıskat ve devir) tamamen batıl olup sünnette yeri yoktur. “Üçüncü,kırkıncı,elli ikinci geceler” gibi özel gün ve geceler ve bu gecelerde yapılacak dualar diye bir şey yoktur. Dinen bunlar da yasaklanmıştır. İslam’ı bidatlerle değil de esaslarını ihya ederek yaşamak ve yaşatmamız gerekir. Yoksa zamanla yeni bir din icat eder ve aslını unuturuz. Bu da bizim dine ve insanlığa vereceğimiz en büyük zarar olur. Allah bu türlü hallerden emin eylesin. Amin. Kamil Çakır